Bize Ulaşın
viachristushizmetleri@gmail.com

İLK KİLİSELER

İlk Kiliseler ve Günümüz Kiliselerinin Oluşumu / Uygulamaları / Farklılıkları

Kilise deyince aklımıza ilk gelen çanı olan, içinde haç, mumlar, resimler olan bir binadır. Her inancın bir tapınağı olduğu gibi kilise de Hristiyanların tapınağı, kutsal yeridir; sonuçta bir binadır.

Biz kilisenin aslında bir binadan daha fazla olduğuna inanıyoruz. Bizim inancımıza göre kiliseyi kilise yapan bina değil, insanlardır. Tanrı için önemli olan şey binalar değil, insanlardır. Bu yüzden de O’nun kilisesi bir bina değil, O’na iman eden insanlar topluluğudur. İncil’de kiliseden bahsedilirken “beden” benzetmesinin de kullanıldığını görürüz: Nasıl bir beden farklı organlardan oluşan bir bütün ise kilise de farklı insanlardan oluşan bir bütün, bir bedendir.

“Sizler Mesih’in bedenisiniz, bu bedenin ayrı ayrı üyelerisiniz.“

1.Korintliler 12:27

Bir makalede kilise hakkında şunlar yazılmıştır:

Yeni Antlaşma’da genellikle “kilise” olarak tercüme edilmiş olan Grekçe kelime “ecclesia” iki kök kelimeden oluşmuştur: Ek, “dışarı” ve kaleo “çağırmak”. Bu kelime Yeni Antlaşma yazarları tarafından Mesih’e kurtuluşları için güvenmiş ve O’nu takip edenlerce oluşmuş “Mesih’in bedeni” anlamında kullanılmadan önce gündelik Grek kültüründe kullanılan bir kelimeydi. Mesih’ten önceki yüzyıllarda Büyük İskender, Grek kültürünü Avrupa ve Orta Asya’da yaymıştı. Grekler arasında ve şehir-devletlerinde bazı vatandaşların vatandaş olmayanlara verilmeyen özel hakları vardı. Bazen sadece vatandaşlara duyurulması gereken özel haberler olurdu. Haberci kişi şehre girerdi ve ecclesia’yı çağırırdı, şehir merkezinde bir toplantı ilanı verilirdi. Mesajı duyması gerekenler yani vatandaşlar toplantıya ilgi duymayan ya da gelemeyen diğer insanların Matta 18:17’de karşımıza çıkıyor, İsa burada günah işleyen bir kardeşe bu özel ecclesia grubu içerisinde nasıl davranılacağından bahseder. İsa ne tür bir dışında olarak toplanırdı.

Müjdelerde İsa’nın ecclesia’dan bahsettiği iki yer kaydedilmiştir. Matta 16:18’de İsa ecclesia’sını kuracağını söyler ve insan elinde olmadan bu kavramın öğrencilerin kafasında nasıl bir resim çizdiğini düşünüyor. İsa’nın ecclesia’sı nasıl olacaktı? Bu özel insan grubunu tanımlayan sınırlar ne olacaktı? İkinci kullanım paradigmanın habercisiydi.*

Yeni Antlaşma’nın gerisi de bu Hristiyan ecclesia kavramını geliştirip genişletir. Yeni Antlaşma’da ecclesia “inanmayan bir dünya içinde Mesih’e inananlar” anlamını alıyor. Bu insanlar Tanrı’nın “kilisesi” hâline geliyor. Kilise, insanlardır. Tanrı’nın karakterini yansıtmak ve dünyaya kurtuluş planını yaymakla sorumlu insanlar tarafından oluşan işlevsel bir bedendir. Tanrı’nın isteğini yaparak hayatlarında Tanrı’yı onurlandırmak için insanlar bir araya geldiklerinde bir şekilde kilise var oluyor.

Bizim burada bu insanlar topluluğunun (Kilisenin) nasıl büyüdüğünü, hizmet ettiklerini, öğretiş ve sakrementler uyguladığını ve bugüne kadar neyin değişip değişmediği hakkında biraz bakıp ilk kilise ve bugünkü kilise hakkında karşılaştırmaktır.

Kilise Tarihine Giriş

Bu konuları irdelemek için, kilise tarihi ile birçok kitap bulmak mümkündür ve bunlar oldukça gerçekçi ve güzel eserlerdir.  Ancak hiçbiri Elçilerin İşleri Kitap’ı kadar gerçekçi değildir. Çünkü bu kitap Luka aracılığıyla direkt Tanrı Vahyi’dir ve gerçek kiliselerin oluşumunu anlatan en temel kaynaktır.

Kilise ile ilgili bir yazarken, İncil’in Elçilerin İşleri bölümüne bakmak en güzel kaynaktır diyebiliriz. Bildiğimiz gibi bina kuranın temeli Mesih olmalıdır (1. Korintliler 3), ama binayı Kutsal Ruh aracılığı ile kuran da zaten yine kendisidir (Efesliler 2) ve Elçilerin İşleri Kitap’ının bir diğer adı da Kutsal Ruh’un işleri denebilir. “Neden Kutsal Ruh’un işleri denilebilir?” sorusuna ise Elçilerin İşleri’nin ilk bölümlerini okumaya başladığımızda Mesih’in kim olduğunu yıllarca birlikte olan ama birçok defa anlamayan, Mesih’in ele verildiğinde hepsi kaçan ve dağılan öğrencilerin Kutsal Ruh’u aldıklarında cesaretle ortaya çıkıp Mesih’in müjdesini cesaretle, doğru bir şekilde öğreten ve hayatlarını Mesih uğruna feda eden öğrencilerin kutsal görevi kutsal bir şekilde tamamladığını görmekteyiz. Yani Kutsal Ruh’la dolu bir kilise, Tanrı’nın istediği gibi bir kilise olmanın ilk adımıdır.

Kitapta, Luka’nın Teofilos isminde birine yazdığını görüyoruz. Aslında bu Teofilos Kutsal Kitap aracılığıyla öğrendiğimiz kadar ile ilk kez karşımıza çıkmıyor ve Luka 1:1-4’te bunu görüyoruz. Yazar İsa’nın göğe alınışı ile Mesih’in yeryüzüne getirdiği esenliğin ve mutluluğun bazen birkaç sözle, bazen şaşılası mucizelerle (Kutsal Ruh’un dökülmesi, öğrencilerin mucizeler yapıp hastalara ve ölülere şifa vermesi, şehitlerin verilmesi, uzak diyarlara geziler gibi) anlatmaktadır. Bizim burada inceleyeceğimiz ana konu ise ilk kilisenin / kiliselerin kurulması, çektikleri, görevleri, davranışlarını incelemek ve aynı konu başlıklarında bugünkü kiliselerin davranışlarına bakmaktır.

İlk Kilisenin Kurulması ve Gelişmesi, Günümüz Kiliselerin Kurulması ve Gelişmesi

Beden almış Tanrı Sözü olan Mesih hayatta iken kilise veya kiliseler kurmadı. O, evlerde (Markos 2:15- 14:13….), havralarda (Markos 13:54), dağda (Matta 5:1), su üzerinde (Matta 14:29), deniz kenarında (Matta 4:18) öğretişler verdi. Yani sadece kilisede öğretişler vermedi: Yani bu kilise binaları olduğu hâlde kilisede öğretiş vermedi anlamında değil ve Mesih “Şu gün şu saatte toplanın, size öğretiş vereceğim.” demedi. Bu da hemen yazımızın başında ilk ders olarak bize gösteriyor ki, Tanrı her yerdedir ve Tanrı’dan almak, öğrenmek istediğimiz ne varsa her zaman her yerde alabiliriz. Ama böyle söylemek kilisede toplanmanın yanlış olduğu anlamında değil, kilise binası olmayan yerlerde de ibadet yapılabileceğini göstermektedir. Ve bu görüşümüzü doğrular tarzda Elçilerin İşleri Kitap’ının 1. bölümünde artık “topluluk” diye geçmeye başlamaktadır.

O günlerde Petrus, yaklaşık yüz yirmi kardeşten oluşan bir topluluğun ortasında ayağa kalkıp şöyle konuştu.

Elçilerin İşleri 1:15

Evet artık topluluklar kurulmaya başlamıştır ve kısa bir süre sonra bu topluluklar daha çoğalacaktır (Elcilerin İşleri 2:41 – 4:32 – 5:11 ve daha birçok) (Topluluk Grekçedeki ekklisia sözcüğüden türemiştir ve İsrail halkı için kullanılırdı. Buna göre ilk topluluk Musa’nın Mısır’dan çıkardığı İsrailliler için de kullanabiliriz) ve Elçilerin İşleri 15:2’de gördüğümüz gibi bugünün (birçoğunun ve doğru olanının) kiliselerinin yönetildiği gibi Elçileri, İhtiyarları ve Öğretmenleri bulunmaktadır.

İlk Bina olarak Kilise

Bina olarak ise kiliseler karşımıza ancak 300’lü yıllarda çıkmaktadır. Constantinus’un Milano Fermanıyla herkese tapınma özgürlüğü vermesinden sonra bu ilk değişimlerden biri de Hristiyanların tapınma yerlerinde olmuştur. Bu tarihe kadar evlerde toplanan topluluk artık düzenli bir şekilde kendi ibadethanelerinde tapınmaya fırsat bulmuşlardır ve bu binalardan ilki Aziz Yuhanna Lateran adına yapılan bir binaydı. Bu binanın modeli tüm ev toplulukları için de bir model olmuştur ve imkânları olanlar böyle bazilika tipinde binalar inşa ederek daha çok kişinin aynı anda ibadet edebilmeleri sağlanmıştır.

Ülkemizde de bu tür eski ibadethaneler çok fazladır, ancak hem tarihî hem de günümüz Türkiye’sinin inancının çoğunluğu Müslümanlık olmasından dolayı bu kiliseler kullanılmaktadır. Var olanlar ise Katolik ve Ortodoks mezhebindeki kişilerin kullanımında bulunmaktadır. Protestanların birçoğu ise kiraladıkları veya satın aldıkları dairlerlerde, iş yerlerinde veya kullanılmayan ve ülkemiz tarafından eski kilise binaları olarak kabul edilen binaları kiralayarak ibadetlerini sürdürmektedirler,

Protestan toplulukların oluşması Kutsal Kitap’taki müjdenin ilk yayılma ve oluşma çalışmalarına çok benzetebiliriz. Ülkemizde Protestan cemaatinin gelişmesi özellikle 1950’li yıllardan sonra hızlanmıştır ve Kutsal Kitap’taki ilk toplulukların, elçilerin müjde çalışmaları için veya gördükleri baskılardan dolayı kaçıp başka yerlere sığınmalarından dolayı bulundukları bölgedeki insanlara müjdeyi duyurarak olduğu gibi kurulmuştur. Günümüzde ise yurt dışından gelen müjdecilerin, müjdeyi duyurup ve duyanlarında iman etmeleri ile kurulan topluluklardır. Bu müjdelemeler yani yaklaşık 50 yıl öncesinde ilk gelen müjdecilerin durumu ve şartları dolayısıyla bugünkü kadar yaygın ve rahat değildi. Günümüzde baktığımızda internetler, mektuplaşma kursları, hemen hemen her ilde birkaç tane müjdeci bulmak mümkündür, ancak ilk müjdeciler bugünkü kadar müjdeyi duyuramadıkları ve birçoğunun çeşitli baskılar gördüğü, sınır dışı edildiği, hatta bazen aşırı uçtaki insanlar tarafından dövüldüğü de bilinmektedir.

Ve bunlarda bize bir teşvik olabilir, “Şimdi sıkıntı görmenin neresi teşvik olabilir?” diye düşünebiliriz. O zaman hemen Elçilerin İşleri bölümüne bakmamız yeterli olacak ve biraz İncil’deki Rab’bin sözlerine,

Matta 10:16-24’e baktığımızda Mesih, öğrencilerini diğer uluslara gideceklerini ve orada Mesih’in adından ötürü baskı göreceklerini söylüyor ve “bunu  Bana yaptılarsa size de yapacaklar” diyor. Evet, bunlar teşvik sözleridir bizim için.

  1. Elçilere yapıldı ise bugün de bize yapılabilir,
  2. Mesih’in bu sözleri 2000 yıl sonra bile hâlâ geçerliliğini koruduğu için ve O’nun yaşayan bir Rab olduğu için bizleri teşvik eder.

Elçilerin hepsi mahkemelere çıkarıldı: Elçilerin çoğu kırbaçlandı çoğu sürüldü, öldürüldü, çarmıha gerildi, kılıçla katledildi ve en adi olaylara maruz bırakıldı. Yani Matta bölümüne baktığımızda Tanrı’nın bu sözünün gerçekliği bugün de devam etmektedir, ama sanırım biz şimdi Lütuf çağında yaşıyoruz ve henüz kanımızı akıtacak kadar denenmelere tabi kalmış değiliz (İbraniler 12:4). Fakat bu tür olayların belki küçük miktarı şimdilerde olmaktadır,

Konu müjdecilerden açıldığına göre bu müjdecilerin neler yaptığına veya yapmak istediklerine de bakmak yerinde olacaktır. Bunun için önce ilke gidip Mesih bu müjdecileri nasıl hazırlardı bunu bilmemiz gerek.

Mesih öğrencilerini 3 şekilde göreve hazırlamıştır.

  1. İyi bir eğitim vermiş.
  2. Kendisini göstermiş.
  3. Kutsal Ruh’u vermiştir.

İyi bir eğitim vermiştir: Bunu bazen mucizelerle yapmış, bazen onları azarlayarak, bazen sevgi ile, bazen ayaklarını yıkayarak bazen de kendisi hakkında olacakları Eski Antlaşma’dan gösterip (Çünkü öğrencileri Yahudi kökenli olup, Yahudilerde bu eski antlaşmayı iyi bildikleri için – Tıpkı Türk vatandaşı olmuş bir Amerikalıya, Amerikan yasalarını anlatmak gibi) yüreklerinin neye inandıklarından emin olmalarını sağlamıştır.

Ama elçiler bizler gibi insandı, dokunmatik olmuşuzdur, Mesih çarmıha gerilmiştir. Aslında bunu Mesih onlara anlattı ama yine de öyle biri nasıl ölebilirdi ki? Ama ölmüştü, öğrenciler karamsarlığa düşmüştü bunu bilen Mesih ölümü yenerek kendisini öğrencilerine göstererek onun hakkında bildiklerini daha da onaylamış ve onları cesaretlendirmiştir. Evet onlar artık doğru kişiye inanıyorlardı. Hele bir zamanlar Mesih’i defalarca inkâr eden Petrus bile bu olaydan sonra güçlenip Kornelyus’un evinde çok sayıda insanın önünde tanıklık yapmıştır. Acaba bu cesaret neredendir ki? Tabii ki %100 emin olmaktan.

Ama Mesih’in lütfu burada da bitmemiş onlara bir de Gerçeğin Ruh’unu onlara yardımcı olacak, güç verecek ve yol gösterecek olan Kutsal Ruh’u vermiştir. Ve Kutsal Ruh’u alan öğrenciler daha bir cesaretle ve imanla Mesih’in tanıkları olmuştur.

Şimdi bir de günümüze döner ve sorumuza bakarsak, bugünkü müjdecilerin görevleri de yaklaşık olarak Mesih’in bu yaptıklarına bir nebze ortak olmaktır.

  1. Mesih’i bilmeyenlere anlatmak.
  2. Yerel Topluluklar oluşturmak.
  3. Yerel Topluluklara hizmet etmektir.

Bugün “İncil nedir?” diye sorduğumuzda eminim ki bilmeyen yoktur. Bilgi, iman için gerekli olsa da kendi başına yeterli değildir. İncil de okuyana açıklanması lazımdır. Örneğin; Elcilerin İşleri 8.bölümde Etiyopyalı, Eski Antlaşma okuyor ve Mesih hakkında olan bir önbildirimden bahsediyor. Orada Mesih’i bulamıyor ama Filipus gidip ona okuduğunun anlamını açıklayınca adam gerçeği gördü ve vaftiz oldu. Müjdecilerin başlıca görevi de budur çünkü İslamiyet’te İncil de Tanrı kelamıdır ve bugün birçok insanda İncil’i okumuştur ama bunlar tam anlamıyla anlayamamışlardır. Bunun sebebi:

  1. Tanrı yüreklerine dokunmamış (seçmemiş).
  2. Kendisine “Kelam” açıklanmamıştır. Bunun için açıklanması gerekmektedir. Ayrıca yine Kutsal Kitap’a baktığımızda bir Hristiyanın örnek yaşamı da öğretilmesi gerekmektedir. Matta 5:16 Mesih burada örnek yaşam sürerek de iyi birer müjdeci olabileceğimizi göstermektedir.

Bu kişilerin ikinci görevi ise yerel topluluklar oluşturmak ve Mesih’teki insanları bir araya getirerek onlara öğretişler, Kutsal Kitap eğitimleri vermek ve daha sonra yerel topluluktaki bazı insanların öne çıkmalarına izin vererek artık topluluğu yerel önderlere teslim etmektir.

Kendilerini ön plandan çekip sadece hizmet etmek ve kendi ayakları üzerinde durabilen bir topluluk oluştuğunda ise başka Kelam’ın ulaşmadığı yerlere gitmektir.

“İlk öğrenciler, elçiler Mesih’i görmüştür ama günümüzün kilisesi, öğrencileri, Hristiyanları görememiştir peki bunun sonuçları ne olacaktır?” sorusu karşımıza çıkabilir. Evet, bu yüzden bazı engeller, sıkıntılar çıkmıştır ve bekli de ilk elçilerden bizlerin en önemli farklılıklarımız onlar kadar dayanıklı olmadığımızdır. Belki şimdi bunu okurken birçok Hristiyan kardeş üzülebilir çünkü biz de onlar gibi Mesih’e bağlıyız; Mesih için öleme bile gidebiliriz, hatta Pavlus’un Romalılara yazdığı 8:38-39’da söylediği gibi “bizi Mesih’ten hiçbir şey ayıramaz” diyebilirler. Evet, samimi bir imanlı için bundan doğal bir şey olamaz ama samimi olmak gerekirse acaba kaçımız bugün ölümle karşı karşıya kaldığımızda, hiç yalana sapmadan veya Policarp gibi “Hadi sadece krala efendim de ve kurtul, hayatını bağışlayalım.” dendiğinde sona kadar bunu yapabilir yani “HAYIR! SADECE MESİH BENİM EFENDİM”diyebiliriz.

Bildiğimiz gibi misyonerlik kendini Tanrı’ya adamaktır her şeyi ile, ama bundan birkaç yıl önce Koreli bir misyonerin Irak’ta terör örgütünün eline geçtiğinde ve onu hunharca katlederlerken ne kadar “LÜTFEN CANIMI BAĞIŞLAYIN!” diye yalvardığını hatırlıyoruz. Oysa o, Tanrı’dan hayatı pahasına bile olsa gidip müjdeyi yayacağı konusunda vizyon almış, belki de Tanrı’ya söz vermişti. Ama sona kadar dayanamadı. İşte o dönemdeki o elçiler tüm bu mucizeleri Rab’bin gerçekten Rab olduğunu anladılar ki hepsi kılıçlara, aslanlara, ateşe atılmalara, hatta hatta ters çarmıhlara bile giderken dudaklarındaki ilahileri, Tanrı kelamını düşürmediklerini bugün elimizde mevcut olan ilk kilise tarihi kitaplarından okuyabiliyoruz. Tabii ki bunu demekle şimdiki tüm Mesih imanlıları böyle bir durumda inkâr edecekler, hatta “Canımı bağışlayın!” diye yalvaracaklar demek istemiyoruz, ama yine de kendi kendimize sormalıyız, kendimizle şu anda bunu okurken yüzleşmeliyiz, “BEN ne yapardım?” diye ve Rab’bin bu sözleri aklımıza gelmeli “NE MUTLU BENİ GÖRMEDEN İMAN EDENE”: Belki elçiler gibi Mesih’i gözümüzle görmedik ama Mesih’in bu sözlerine baktığımızda ise bizim o dönemdeki imanlılardan daha da fazla Rab’den övgü aldığımız aşinadır.

Ayrıca onlarla eşit duruma geldiğimizce Kutsal Kitap kayıtlarına göre gösterilmektedir, Kutsal Ruh’u almadan önce Elçilerin nasıl Mesih’i inkar ettilerini okuruz, ama Kutsal Ruh’u aldıktan sonra imanları ve Mesih’i yadsımamalarını görüyoruz, işte Mesih o Ruh’u hepimize vermiştir.

Ve bence topluluklarda olan kişilerin Kutsal Ruh’u bir an önce almaları için çok dua etmeliyiz, aksi takdirde Kilise deyince aklımıza bol para, bereketler, cennet gibi yanlış şeyler düşünülebilir, tıpkı Ruh’u almadan önce öğrencilerin Mesih’e Elçilerin işleri 1:6 da olduğu gibi dünyasal bir egemenlik veya sadece bu dünyada olacak bereketler gibi algılayabiliriz.

Günümüzde insanları Kilisede tutabilmek için, onların samimi bir şekilde Tanrıda büyüyebilmeleri için en önemli şeylerden biri de Rab’bin kelamını paylaşmaktır, bu kilisenin bir görevidir, ancak bazen ‘Artık zaman değişti, insanlar Tanrı yargısı duymak yerine hoş ve güzel şeyler duymak istiyorlar’ diye bazen vaazlarımızı Stand-Up gösterilerine döndürebiliyoruz, oysa Kutsal Kitap’ta bunun için elimizde açık bir örnek vardır, Elçilerin işleri 2:14-21 buna en güzel örneklerden biridir,

Petrus burada konuşmasında, Açıklama yapar, sonra Müjdeyi duyurur, ve herkesi tövbe etmeye çağırır, Bizler de bugün kiliselere gelenlere Hristyanların 3 Allah’a inanmadıklarını ilan ederek, Mesih’in tek kurtarıcı olduğunu anlatarak ve bu müjdeye uyanların sonsuz hayatı, uymanların ise gazabı alarak Kutsal Kitap merkezli vaazlar vermek zorunda olduğumuzu görebiliriz.

Ayrıca bulunduğumuz toplumun %99’un İslam inancında olmalarından dolayı onlara Müjde’yi vaaz ederken seçeceğimiz vaaz tarzı ve vaazımızın içeriği de önemli olacaktır. Örneğin Pavlus (Elçilerin İşleri 17) Selanik’teki vaazına baktığımızda ilk ve en çok gözümüze çarpan unsur: Yahudilere ve gerçekten Tanrı’yı bilip sayanlara yaptığıdır ve bu kişiler Eski Antlaşma’yı çok iyi bilmektedirler. Günümüzdeki insanların birçoğu da Kutsal Kitap’lara saygı göstermektedirler ve bu kişilere Eski Antlaşma peygamberliklerinde bulunan Mesih’in geleceğinden bahsederek ilk kez müjdeyi duyanlara vaaz vermek, Mesih’i anlatmak için güzel bir giriş kapısı olup onların dikkatini üzerimize toplayıp bu çevrilen gözleri Mesih’e çevrilmesine sahip olabiliriz ve eğer o toplulukta seçilmişler varsa mutlaka iki ağızlı kılıca sahip olan Tanrı sözü onların yüreklerinde işleyip, çalan kapının sesini duyacaklardır. Ama yine de bazı durumlarda başka türlü müjde şekilleri de doğrudur ve uygulanmalıdır, şimdi Pavlus kalkıpta Ares Tepesi Kurulu önünde felsefeyi anlatmayıp, “Eski Antlaşma’da bu böyledir” diye anlatsa acaba kaç kişi samimiyetle dinlerdi ki? Evet, birçok zorluklar vardır ama yine de en büyük zorluk bana göre cahillere anlatmaktır: Bazen batıdaki şehirlerde insanlara müjdeyi anlatmak daha kolaydır, çünkü genelde (tamamen doğru olmasa da) orada daha kültürlü kitap okumayı seven insanlar bulmak daha kolaydır, meraklılardır tıpkı Veriya’dakiler gibi. Pavlus burada vaazı anlatırken hemen “Doğru” veya “Yanlış” demek yerine dinleyip Kutsal Kitap’ı okumuş ve kararlarını buna göre vermişlerdir. Biz de insanları Tanrı sözünü okumaya teşvik etmemiz gerekmektedir: Sadece müjdeyi duyacaklara değil, üyelerimizde bu alışkanlığı kazandırmak çok önemlidir. Çünkü onlar Tanrı ile bir ilişki içerisine gireceklerse bu yakın bir ilişki olmalıdır. Sadece pazar günleri vaizinin anlattığı kadarı ile Tanrı’yı tanırlarsa bu tanışmanın samimiyete geçmesi uzun yıllar alabilir.

Çünkü hiç kimse atılan temelden, yani İsa Mesih’ten başka bir temel atamaz.

1.Korintliler 3:11

Disiplin ve Disiplinsizliklere Verilen Cevaplar

Kutsal Kitap, Elçilerin İşleri 5.bölüme kadar her şey güzel gelişmekte ve Tanrı’nın sözü büyük bir hızla duyurulmaktadır ancak şeytan bundan rahatsız olup artık içeriden saldırıya geçmeye başlamıştır ve ilk örnek Safira ve Hananya’dır. Bu konuda hepimizin bilgisi vardır ve onlara verilen cezada bilgimiz dahilinderdir.

Acaba bugünkü kiliseler çalıştığı halde ondalığını vermeyen üyelerine ne diyor veya ne yapıyor? Onlara,“Olsun önemli olan Mesih’te kalman. Zaten çok az bir insanız, sen yine de gel kiliseye o önemli değil” der miyiz veya diyor muyuz? Evet, bizler ondalığını vermeyen veya Mesih’in bedenine uygun yaşamayan bir kişi için lanet etmememiz lazım, ama onlara gerekli yaptırımı yaptırmamız lazım. Kilisenin görevi Tanrı’dan aldığı lütfu diğer insanlara ilan etmek değil midir? Kilisedeki disiplinsizlikler de Tanrı’nın düşmanı değil midir? O zaman neden bundan korkmalıyız. Katolikler gibi zamanla Tanrı sözüne yeni bir yorum katmış olmaz mıyız o zaman?

Safira ve Hananya olayına baktığımızda insanlar kilisenin gerçekten sağlam ve disiplinli bir yer olduğunu görerek Hristiyanlara, kiliseye saygı duymaya başlamışlardır. Ama bugünlerde insanlar eş cinsel kiliseler kurmaktalar, ama bugünlerde kiliselerde disiplin uygulanmamakta, ama bugünlerde bu sebeplerden dolayı Tanrı’nın bize öğrettiği kilise modelinden daha güzellerini Allah’tan daha akıllı olduğumuz için bizler kurmaktayız!

Kiliselerimizdeki tiyatro gösterileri veya gençlik grubu adı altında “show” gösterileri ile sebebi de bir an önce büyük bir kilise olmak isteyişimizdir. Oysa Kutsal Kitap’a baktığımızda Mesih’e iman edenler yavaş yavaş büyümektedirler.

İlk kilise döneminde uygulanan bir diğer güzel konu da her şeyi sadece pastörlere, rahiplere, papazlara değil; görev bölümleri yapılarak herkes kendi işlerini yapmaktadırlar. Bu sayede herkes görevini daha iyi yapmaktadır. Ama maalesef günümüzde pastörler tek yetkili mercidir. Evet, pastörler çok önemlidir ama aslında diakonlar (hizmet görevlileri) bulunmak zorundadır. Pastörlerin asıl amacı topluluğun ruhsal gelişimini sağlamak için daha fazla duaya, Kelam çalışmaya ve bunun gibi ruhsal hizmetlere ağırlık vermesi daha önemlidir.

Hristiyan inancının yoğun olmadığı ülkelerde Hristiyanlara karşı birçok defa baskılar, aşağılamalar, hakaret ve saldırılar olmaktadır. Bunlarla karşı karşıya kalındığında ilk şehit olan İstefanos’un kurul önündeki savunması bizim kılavuzumuz olmalıdır. Yani kendimizi savunurken yalana, kelimeleri çarptırmaya değil; Kutsal Kitap bütünlüğüne ve öğretişine göre taviz vermeden olmalıdır.

İstefanos’un öldürülmesinden sonra (Bu da kesinlikle Tanrı’nın onayladığı bir plandı, çünkü Yeruşalim’den çıkmak istemeyen öğrencilerin, imanlıların dışarı çıkıp müjdeyi paylaşmaları gerekiyordu) birçok Hristiyan kaçarak uzak ülkelere, şehirlere giderek müjdeyi yaymışlardır. Ülkemizde de kendisini Rab’be adamış, her şeylerini inkâr ederek bu hizmet için gelmiş samimi kardeşlerimiz bulunmaktadır ve bunların çok büyük bir bölümü İstanbul, sonra Ankara, sonra İzmir, Antalya gibi büyük ve güzel şehirler seçmişlerdir. Rab onları devamlı bereketleyecektir. Buraların seçilmesinde büyük ve ilk sebep bu şehirlerdeki nüfusun, yani kelamı duymaya ihtiyacı olan insanların olması, daha sonra bu şehirde hayatın rahat ve diğer illere nazaran daha az baskı olabilecek olması sıralanabilir. Ama “Acaba Rab’bin isteği bu mu?” diye sormak gereklidir. Diyarbakır’da, Gaziantep’te, Van’da kaç tane Tanrı’nın samimi işçisi bulunmaktadır? “Acaba buralara hizmeti götürmek için Tanrı’nın mutlaka o büyük şehirlerde bir şeyler mi yapması gerekmektedir?” diye kendimize sormamız da iyi olacaktır.

Şeytan devamlı çalışmaktadır ve çalışacaktır da. Şeytan’ın en çok kullandığı yöntemlerden biri de Tanrı’nın kelamını evirmek, çevirmek veya Tanrı’nın gücünü kendi üzerine alması, sanki kendi yapıyormuş gibi lanse etmesidir. Bunu yapan iki tür insan vardır,

  1. Hristiyan olmayanlar.
  2. Hristiyan olduğunu söyleyenler.

Birincisinde gerçekten bugün birçok mucize gibi görünen işler yapabilenler vardır, ama bunu niçin ve neden yaptığına bakmak lazımdır, (büyücüler v.s. gibiler). Bunlar genelde maddi menfaat, ün, şan, şöhret için yaparlar. Peki ya Tanrı ün peşinde koşanlara ne yapmıştı? Hemen aklımıza Babilliler geliyor değil mi? Tanrı onları helak etti. Yani böyle bir şey Tanrı’dan değildir, şeytandandır. Bu tür olaylar ilk kilise tarihi döneminde de olmaktaydı -Elçilerin işleri 8:9-13’te olduğu gibi-.

İkinci seçenek ise bugün özel şifa turları düzenleyenler: Stadyumlar dolduran, en lüks otellerde kalarak sözde insanlara şifa dağıtmak için gezen gezgin mucizecilerin olduğunu bilmekteyiz, veya böyle olaylar için ülkemizde de özel TV kanalları davet edilip, önceden yerlere halılar kilimler serilip dokunur dokunmaz kendilerini yerlere atan insanlar vardır. Acaba Tanrı böyle bir şeyi ne kadar onaylar? Acaba televizyonda bu yapılmaya çalışılan sözde Müjdeyi duyurma çabalarından dolayı Tanrımıza övgü mü kazandırdık sövgü mü..? Sanırım, Romalılar 2:24’ü burada okumak tam yerinde olacaktır.

Tanrıdan olan bir olayın sonu nasıl kötü sonuçlanabilirdi? Yusuf olayında görüyoruz Tanrımızın nasıl da kötüyü iyiye çevirdiğini. Ama biz bu olaylarda görüyoruz ki kötü daha da kötü oldu. Bugün bazen duyuyoruz veya okuyoruz “Büyüden kurtulmak için bize gelin.”; Hristiyanlar ne zamandan beri büyü çözme, bozma, yapma işi ile uğraşmışlardır ki? Aksine bu tür olayların adlandırılıp ortalıkta dolandırılması, zaten böyle safsata ve şeytanın oyunları olan büyücülük, falcılık işlerine insanları yoğunlaştırmaktadır halkımızı. İnsanlar “Hristiyanlar bu büyüleri bozduğuna göre, demek ki bu XXXXXXX’lerin yaptığı büyüler gerçekmiş.” diye düşünüp büyücülere para kazandırmaktadırlar.

Hemen şimdi “Ama Kutsal Kitap’ta çok fazla böyle mucize yapanlar vardı. Onlarda mı böyle sahte işler yapıyorlardı?” denebilir ve bunlardan birini kendimize örnek olarak alalım.

Elçilerin İşleri 19:11’de geçen bir olay vardır: Burada Pavlus aracılığı ile Tanrı olağanüstü mucizeler yapmaktadır ve Pavlus’un her dokunduğu ama HER DOKUNDUĞU İYİLEŞMEKTEDİR. Burada şans veya tesadüfe yer yoktur. Bunun Tanrı’dan olduğunu bizler görüyoruz. Eğer Pavlus’un dokunduklarından birisi iyi olmazsa o zaman buna bir açıklama bulmak zorundayız. Tanrı, Pavlus aracılığı ile şifa veriyorsa ve o iyileşemeyen adam, iyileşmemişse? Acaba Tanrı’nın gücü mü tükendi, yoksa başka sebep mi var? Söylemek istediğimiz bugün binlerce insan için şifa turları düzenleyen bu insanlar Tanrı’dan çok kendilerini ön plana çıkarma çabasında oldukları için, Tanrı onlar aracılığı ile bu işleri yapmamaktadır. Belki arada sırada, bir iki tesadüf olmuşsa da Tanrı tesadüflerle çalışmaz. Nasıl seçtiğini son güne kadar sıkı sıkı tutacak ve asla bırakmayacaksa Tanrı bir insana o yetkiyi, gücü verdiyse ve o kişide bunu “show” için değil Tanrı için yapıyorsa mutlaka ve mutlaka sonuca ulaşılacaktır.

Mesih İsa’nın döneminde veya elçilerin dönemlerinde bugünkü gibi farklı teolojiler yoktu. Pentikostal, Calvinis, Lutheran, Anglikan, Baptist, Katolik, Ortodoks vs., vs. Olmaması da lazımdı çünkü tek bir müjde vardır. “Olmaması lazımdı.” derken ama bazı yanlışları da “Kilise tek olsun, aman bölünmeyelim” diye kabul etmemek lazımdır. Örneğin 1500’lü yıllara kadar gelindiğinde Katolik kilisenin yanlışlarını gören ve uyaran Martin Luther’in yaptığına “Bölünme” demek yerine “Doğruya dönerek yanlıştan ayrılma.” diyebiliriz. Ancak bugün de doğrudan doğru doğurmaya çalışan birçok görüş, mezhep vs. vardır. Bunlar, Kutsal Kitap bütünlüğüne uymayan ve uymaması gereken şeylerdir, Yine de iyi olan bir şey varsa bu kadar çok farklı teolojik kiliseler olsa da bunlar bazı şeyleri çitle çevirmiştir: Çitin bir tarafı Mesih İsa’nın tanrılığı, bir Tarafı dirilişi, bir tarafı Kutsal Kitap yanılmazlığı, bir tarafı teslis inancı diyebiliriz. Ama bazı teolojiler bu çitin içine bazıları Kutsal Ruh’un etkisini daha fazla koyarak, bazıları vaftizin önemini daha fazla koyarak, kendi teolojilerini oluşturmuşlardır. Bu %100 doğru olmasa da %100 yanlış bir davranış da değildir.

İlk kilise döneminden beri bugüne kadar aynı kalan birçok konu vardır. Bunlardan bir tanesi de kiliselerin hizmetçileri, önderleri birbirlerini ziyaret ederek teşvik etmeleridir. Örneğin bunu Elçilerin İşleri 9:32-35’te görebiliriz: Burada Petrus’un HER TARAFI dolaştığını görüyoruz. Bu dolaşmanın tabii ki gezme değil, baskılar sonucu Yeruşalim’den kaçıp çevre illere sığınan ve orada küçük topluluklar inşa eden imanlıları ziyaret edip onlarla paylaşımlarda hatta orada mucizeler yaptığını görebiliyoruz. Bugün bu özellik, özellikle günümüzdeki kiliselerde de mevcuttur. Özellik, özel günlerde gelen vaizler gelerek hem kendi kiliselerinin durumunu anlatır hem de yerel topluluğa paylaşım vererek bulunduğu bölgede yalnız olmadıklarını, çok uzaklarda bile kendilerini düşünen dua eden kardeşlerinin olduğunu görebilmekteyiz.

Kilise herkesi kabul etmelidir ve ilk kilise döneminde de bu böyle olmuştur. Eğer böyle olmasaydı, Pavlus’un diğer uluslara gönderilmesine gerek kalmazdı. Eğer bu böyle olmasa İstefanos öldürülüp imanlıların çevre illere dağılıp orada diğer uluslardan olanlara müjdeyi duyurmalarına gerek kalmazdı. Bugün bu kural günümüz kilisesi içinde geçerlidir. Kilisenin görevi geçmişine, kültürüne bakmadan, rengine, ırkına bakmadan tövbe eden her samimi insanı kardeşi gibi kabullenmek gerekmektedir. Elçilerin İşleri 11:19-30 bölümleri arasında Grekle konuştuklarını, müjdeyi duyurduklarını görebiliyoruz ve yine Elçilerin işleri 16:14, 16:18 ve 19-34 ayetlerine baktığımızda değişik mesleklerden, işlerden ve gelir grubundan insanların da katıldığını görmekteyiz. Yani “Sen orijinal Yahudi değilsin.” demediler veya sen esmersin, sen beyazsın, sen Akdenizlisin demediler. Ama bugün özellikle Amerika’da zencilerin gittiği özel kiliseler, homoseksüellerin gittiği özel kiliseler bulunmaktadır (Homoseksüeller geçmişte yapabilirler ama tövbe edip Hristiyan olduğunu açıklayan bir insan asla bunu devam ettiremez, ettiren insan kiliseden uzaklaştırılmalıdır.). İman herkese lazım olan bir şeydir: Zengin, yoksul, beyaz, siyah… Biz de kilisemize gelmek isteyen insanlara aynı mesafede olmak ve onlara bu Tanrı sözünü açıklamak zorundayız.

Artık ne Yahudi ne Grek, ne köle ne özgür, ne erkek ne dişi ayrımı vardır. Hepiniz Mesih İsa’da birsiniz.

Galatyalılar 3:28

İster Yahudi ister Grek, ister köle ister özgür olalım, hepimiz bir beden olmak üzere aynı Ruh’ta vaftiz olduk ve hepimizin aynı Ruh’tan içmesi sağlandı.

1.Korintliler 12:13

Kiliselerin birbirlerine devamlı destek ve yardımlarda bulunduğunu biliyoruz. Filipi kilisesi bunların en önemlilerindendir. Ancak sadece kiliseler değil, samimi ve durumu iyi olan Hristiyanlar da kiliselerine yapması gereken ondalık, sunu gibi görevlerini yerine getirdikten sonra dilerse bilgisi dahilinde ve maddi sıkıntı çeken kiliselere yardım etmeleri gerekmektedir. Elçilerin İşleri 11. 27-28 bölümünde Yahudiye’de olacak sıkıntıları rahat geçirebilmek için Antakya’daki öğrencilerin onlara güçleri oranında destek gönderdiklerini görüyoruz. Bu günümüze kadar gelen Hristiyan inancının bir parçası olmuştur. Yalnız bunu bazen yanlış anlayıp “Para ile din değiştirdiler”, “Para alıp ülkemizi satıyorlar” diye yanlış algılayıp yanlış yorumlayanlar olsa da bu Kutsal Kitap öğretişine uygundur. Karşılıksız aldık, Karşılıksız vermeliyiz.

Kiliselerde önder olmak her dönemde oldukça onurlu, zor ve sorumluluk isteyen bir iştir. Bugün bir önder, kilisesi için her şeyi yapabilen bir insan konumundadır. Onların ruhsal gelişimini sağlamak, Mesih örneğindeki gibi gerektiğinde samimi üyeleri için hayatlarını bile göze alabilecek konumda olmalıdırlar. Ayrıca bunu yaparken sabır da çok önemlidir: Bir insanla bir yıl uğraşıp onda meyveleri hemen göremediği zaman onu bırakmak, Kutsal Kitap öğretilerine göre çok yanlıştır. Çünkü bazısı süt ile beslenir, bazısı katı yiyeceklerle… İlk kilise tarihinde de bu sorumluklar oldukça sıktır. Önderlerin tek işleri artık insanların ruhsal ihtiyaçlarını karşılamak bir yana; aynı zamanda günümüzde bizleri bir yıkıcı, bölücü gibi görenlerle uğraşmak, böyle düşünenlere basın yolu ile mesajlar vermek, tutuklanmak, sorgulanmak… (Her ne kadar son 5 yıldır o kadar çok olmasa da) Yine de bunlar önderlerin uğraştığı konulardır, ama bunla önderlere “Neden bize böyle oluyor?” diye düşünmelerine gerek yoktur, çünkü ilk kiliseye de bunlar olmuştur. Elçilerin işleri 16’da birçok Hristiyan olmasına rağmen sadece Pavlus ve Silas’ı alıp sorgulamak için götürmüşlerdir, ama onlar samimi ve Rab için bu hizmeti yaptıklarından aldıkları görevi sona kadar ve bayrak yarışını en iyi şekilde devam ettirmişlerdir.

Sevgili kardeşlerim, sınanmanız için size giydirilen ateşten gömleği, size garip bir şey oluyormuş gibi garipsemeyin. Tersine, Mesih’in acılarına ortak olduğunuz oranda sevinin ki, Mesih’in görkemi görüldüğünde de sevinçle coşasınız. Mesih’in adından ötürü hakarete uğrarsanız, size ne mutlu! Çünkü Tanrı’nın yüce ruhu üzerinizde bulunuyor. Hiçbiriniz katil, hırsız, kötülük yapan ya da başkalarının işine karışan biri olarak acı çekmesin. Ama bir kimse Mesih inanlısı olduğu için acı çekerse, utanç duymasın. Taşıdığı bu adla Tanrı’yı yüceltsin.

1.Petrus 4:12-16

İlk kilise tarihinde olduğu gibi bugün de yeni yeni imanlılar Tanrı’nın önünde diz çökmeye başlamaktadırlar ve bu rakam yaklaşık olarak 2.300 kişidir. 70.000.000 ülkemizde çok küçük bir rakamdır, ayrıca ülkemizin coğrafi olarak çok büyük bir toprak üzerinde olmamız ve bu 2.300 kişinin tüm illere dağılmış olmasından bazı illerde belki 1-2 kişi imanlı olmakta ve bunlar düzenli ibadet etmekte, sakramentleri yerine getirememekte ve teşviksiz kalmaktadırlar. Ama ülkemizde özellikle İstanbul, İzmir ve Ankara gibi illerdeki üye sayısı bakımından büyük kiliseler ve önderleri bu diğer illerdeki kardeşleri ziyaret etmeleri, hem ilk kilisede yapılan işler bakımından bir mecburiyet hem de Tanrı emridir. Bir üst konu başlığında gördüğümüz gibi Pavlus ve Silas’ı yargılamak için götürenler, onları serbest bıraktıklarında hemen gidip 3-4 gün dinlenmeyi seçmek yerine daha yeni imanlıların bulunduğu Tanrı’daki bebek imanlıları cesaretlendirmek, onlarla vakit geçirmek belki de Tanrı kelamı paylaştılar, onlara teşvik verdiler. Bu olayda biz Kutsal Kitap takipçilerine bu görevi vermektedir. Her ne kadar işlerimiz yoğun olsa da sanırım hiçbir işimizin zorluğu Pavlus ve Silas’tan daha acı bir iş değildir. Ama bunu onlar yaptı ve yapıyorlarsa içimizdeki Ruh hepimizden böyle olmamızı istiyorsa bu bizim eksikliğimizden veya dünyanın istatistikleri, sistemleri arasında boğulduğumuzdan mı kaynaklanıyor yoksa acaba bugüne kadar Ruh artık işlev ve görevini mi değiştirmiştir? Bakın bize hangi görev verilmiştir..!

Çünkü Mesih uğruna size yalnız Mesih’e iman etmek değil, ama daha önce bende gördüğünüz ve hâlâ sürdürdüğümü duyduğunuz zorlu çabanın aynısına sahip olarak Mesih uğruna acı çekmek ayrıcalığı da verildi.

Filipililer 1:29-30

Tanrı neden bugün kilisesini, kilisenin üyelerini, önderlerini sıkıntılardan korumuyor? Neden her zaman iftiralara maruz kalıyoruz, neden her zaman saldırılara maruz kalıyoruz? Hani Tanrı bizi koruyacaktı? Evet çok güzel sorular ama Kutsal Kitap’ın bir bölümüne bakılmış ve tam yorum yapılmamış sorular.

Tanrı bizleri koruyacağını söylemiştir. Örneğin bize “Ateşe atılmayacaksınız.” dememiş, “Ateşin içinde sizi koruyacağım.” demiştir (Daniel Peygamberin 3 arkadaşında olduğu gibi). “Ayağınızı suya dokundurmadan sizleri kurtaracağım” dememiştir, “Sizi karşıya geçireceğim” demiştir (Musa ve Yeşu’nun halkı karşıya geçirişleri). Tanrı hep etkindir hayatımızda ama Mesih’e yapılanlar bizlere de mutlaka yapılacaktır. Yapılmazsa zaten imanımızda problem var diyebiliriz. Yani şeytan bizimle ilgilenmeye bile gerek görmediğini düşünebiliriz. İlk kilise döneminde de böyle oldu. Birçok örnekten sadece bir tanesi şöyledir:

Elçilerin İşleri 17’de Yahudiler Pavlus’la Silas’ı kıskandıklarından birçok insan Mesih’e iman ettiğinden dolayı onlara iftiralar attılar. Yahudiliği parçalamaya, bölücülük yapmakla suçladılar ve diyet ödeyerek serbest bırakıldılar. 2000 yıl önce ve bugün hep sistem aynı, şeytanın planları hep aynı. Tek yapmamız gereken bu şeytanın planlarına karşı ayık ve uyanık olmak, o geçirdiğimiz küçük denenmelerde imanımızı zedelememek gerekli.

İblis’in hilelerine karşı durabilmek için Tanrı’nın sağladığı bütün silahları kuşanın.

Efesliler 6:11

Müjdeyi duyurma şekli kadar müjdeyi duyuranın hayatı, davranışları da önemlidir. Pavlus’un hayatına baktığımızda; mütevazı, dünyasal olan hiçbir değerin ardından gitmeyen alçak gönüllü, bilgili birisi idi ve öyle ki o kadar yerde müjdeyi duyurmuş ama hiç kimse onun arkasından eleştirebilecek bir şey bulamamıştır. Hepimiz ve herkes teoloji eğitimi alıyor, aldık veya alabiliriz ve bu eğitimde aldıklarımız çok kısa bir sürede unutulabilir sadece konu başlıkları aklımızda net kalabilir. “Evet, ben A milenyumcuyum”, “Ben Calvin’in 5 noktasına inanıyorum ve bu 5 noktanın isimleri şunlardır…” gibi başlıkları bilebiliriz, ama zamanla bunların açılımlarını birebir hatırlayamıyoruz, sadece o konu ile bir soru vermeden önce biraz düşünüp, ön hazırlıktan sonra hatırlayabiliriz ve bu teolojiyi başkalarına vererekte bir şey elde edemeyiz. Zamanla bizim unuttuğumuz gibi onlar da bunu unutacaklar ama unutulmayacak olan sevgidir, temiz yürektir, samimi Hristiyanların olması gerektiği gibi davranıştır. Bugün samimi Hristiyan bir insan Pavlus’a sanırım hâlâ eleştirecek veya yanlışını söyleyecek bir şey bulamamıştır. Hiçbir zaman kendisini Tanrı’nın, Tanrı’nın işlerinin ve Tanrı’ya ait olanların önüne geçirmemiştir; onlar için hep zulümlere, baskılara dayanmıştır, rahat yapabileceği yolculukları bile (Elçilerin İşleri 18:20-23) yürüyerek o zor şartlarda yapardı ki belki yeni imanlı kardeşleri biraz daha teşvik edebilmek için onlara yeni bir şeyler öğretebilmek için vaktini harcardı, hatta hapishanede iken bile onlara mektup yazarak onları teşvik etmiştir. Bugünlerde biz yeni imanlı Tanrı hizmetçilerinin de böyle şeylere ihtiyacı vardır. Çünkü ülkemizde çok yaygın İncil okulları bulunmamaktadır, ama samimi imanlıların yaptıkları dualar ve Tanrı’nın karşılıksız lütfu sayesinde her yerde imanlılar çıkmaktadır ve bunlara önderler gerektir ve önderlerin eğitimleri gerektir. Eğer bu eğitimi almazsak belki de Kelam’ı yanlış yorumlayıp eksik öğretebiliriz (Elçilerin İşleri 18:24-28, Appollos örneğindeki gibi). Bugün ülekmizde de onlarca yıllık samimi ve bilgili imanlılar vardır bunlarda yeni yetişen önder adayları ile sabırla eğitmek, öğretmek, teşvik etmek onların da görevleridir.

İşte ancak o zaman Tanrı’dan karşılıksız aldığımızı yine karşılıksız verebiliriz, yoksa bizdeki yanlışlıklardan dolayı göklerdeki Babamıza küfür bile edebilirler (Romalılar 2:24). Ama aksini yaparsak Babamızı yüceltebiliriz,

Sizin ışığınız insanların önünde öyle parlasın ki, iyi işlerinizi görerek göklerde olan Babanızı yüceltsinler!

Matta 5:16

Müjdecilerin hayatlarına bakmışken geçimleri konusunda da değinmek yerinde olur, yine tek sarsılmaz kaynağımız İncil şöyle diyor,

Bunun gibi, Müjde’yi yayanların da geçimlerini Müjde’den sağlamasını Rab buyurdu.

1.Korintliler 9:14

Pavlus’ta gerektiğinde çadırcılık yaptı ama geçimini sağlayacak, kazanacak kadar geliri olduğunda (Elçilerin işleri 18:5) hemen çadırcılığa ayırdığı vakitten de vazgeçip tam zamanlı çalışmaya başlamıştır. Günümüzde de kiliselerde önderlerin maaşları, hizmetçilerin maaşları yurt dışından gelen destekler tarafından karşılanmakta ve bu da Kutsal Kitap öğretilerine uygundur.

Rab’bin sofrasının çok büyük sevinç ve esenlik içinde yapıldığını görmekteyiz. Yalnız o dönemde, şimdiki gibi bir parça ekmek veya küçük bir yudum şarap değil, normal bir sofra paydaşlığı ile bu sofradan aldıklarını görüyoruz. Vaftizde ise tek bir şekil söylemek imkansız (Serpme, batırma, daldırma) ancak bugünle aynı olan ve en önemli olan şeyin BABA, OĞUL ve KUTSAL RUH’un adı ile yapılmasıdır.

Sakramenteleri uygulama konusunda ise özellikle iki defa vaftiz olmak mümkün değildir ancak eksik öğretilerden sonra (Kutsal Ruh vaftizini bilmeyip, Yahya’nın çağrısına göre vaftiz olanlar) bir defaya mahsus Elçilerin İşleri 19’da bunu görüyoruz, ancak dikkat etmek gerekiyor farklı teolojilerden değil, ancak yakinen tanıdığım birkaç insan Amerika’da farklı teolojik kiliseye katıldıklarında iki defa vaftiz olmuşlardır / oldurmuşlardır. Sanırım bu vaftizi Kutsal Kitap’ın bu bölümüne bağdaştırmakla yanlış yapmış oluruz veya ilk vaftiz yapan kiliseyi yanlış öğretiş veren bir kilise gibi düşünmemiz gerekir.

Sakrament olmayan ama başka ibadet türleri bugün de hâlâ devam etmektedir. Oruç, Tanrı’yı hoşnut eden ve diğer ibadeti pekiştiren bir olaydır. Bu ibadet bazı kiliselerde her zaman tutulabildiği gibi bazı kiliselerde ise Kutsal Kitap öğretişlerine göre özel takvim dönemleri vardır (Elçilerin işleri 27:9) (Antakya Kilisesi Barnaba ve Pavlusu gönderirken, Pavlus ve Barnaba’nın tekrar dönüşünde yerel topluluk önderleri).

İlk kilise dönemindeki tapınma, müjdecilik, iman ve diğer uygulamaları takiben bizler de buna göre yapmamız çok isabetli olur ancak bazı şeyleri bilmeliyiz ki sadece o döneme özel olaylardı veya o dönemdeki gibi herkese verilmesi gibi bir şart yoktur. Örneğin bilinmeyen dillerde konuşmak, Hagavos gibi peygamberlik etmek  veya kendimizi “Ben de Tanrı’nın elçisiyim.” diye ortaya çıkmak; Pavlus’un, Petrus’un yaptığı gibi ellerine, eteklerine dokunanların ayağa fırlayacaklar gibi Tanrı’nın biz günümüz Hristiyanlarına bir armağan borcu yoktur. Bunu var diye iddia edenler ise televizyonlarda yaptıkları “show”lar aracılığı ile tüm samimi Hristiyanları zor durumda bırakmaktadırlar ve bu da gösteriyor ki kendisine illa böyle şifa armağanı, bilinmeyen dil armağanı, peygamberlik armağanı olduğunu söyleyenlerin bu iddiaları Tanrısal değildir.

Sonuç olarak Rab hem 2000 yıl önce hem bugün hizmet edenleri, O’na inanları bereketleyecek ve sonsuz yaşama alacaktır. Ama en güzeli Doğruyu, doğru biçimde uygulamak yapmaktır.

Kulağı olan, Ruh’un topluluklara ne dediğini işitsin. Galip gelene, Tanrı’nın cennetinde bulunan yaşam ağacından yeme hakkını vereceğim.

Vahiy 2:7

Çekmek üzere olduğun sıkıntılardan korkma! Bak, İblis sizi sınamak için aranızdan bazılarını yakında zindana atacak ve on gün süreyle sıkıntı çekeceksiniz. Ölüm pahasına da olsa sadık kal, ben sana yaşam tacını vereceğim. Kulağı olan, Ruh’un topluluklara ne dediğini işitsin. Galip gelen, ikinci ölümden hiçbir zarar görmeyecek.

Vahiy 2:10-11

Kulağı olan, Ruh’un topluluklara ne dediğini işitsin. Galip gelene, saklı mandan vereceğim. Ayrıca, ona beyaz bir taş ve bu taşın üzerinde yazılı olan yeni bir ad, alandan başka kimsenin bilmediği bir ad vereceğim.

Vahiy 2:17

Ben Babamdan nasıl yetki aldımsa, galip gelene, yaptığım işleri sonuna dek sürdürene ulusların üzerinde yetki vereceğim. Onları demir çomakla güdecek, çömlek kaplar gibi kırıp parçalayacaktır. Galip gelene sabah yıldızını da vereceğim. Kulağı olan, Ruh’un topluluklara ne dediğini işitsin.

Vahiy 2:26-29

Galip gelen, böylece beyaz giysiler giyecek. Böylesinin adını yaşam kitabından hiç silmeyeceğim. Babamın ve O’nun meleklerinin önünde o kişinin adını açıkça anacağım. Kulağı olan, Ruh’un topluluklara ne dediğini işitsin.

Vahiy 3:5-6

Galip geleni Tanrımın tapınağında bir sütun yapacağım. Böyle biri artık oradan hiç ayrılmayacak. Onun üzerine Tanrımın adını, Tanrıma ait kentin, yani gökten, Tanrı’nın yanından inen yeni Kudüs’ün adını ve benim yeni adımı yazacağım. Kulağı olan, Ruh’un topluluklara ne dediğini işitsin.

Vahiy 3:12-13

Ben nasıl galip gelerek Babamla birlikte Babamın tahtına oturdumsa, galip gelene de benimle birlikte tahtıma oturma hakkını vereceğim. Kulağı olan, Ruh’un topluluklara ne dediğini işitsin.

Vahiy 3:21