Bize Ulaşın
viachristushizmetleri@gmail.com

YÜREKTEN OLMAYAN İMAN / MATTA 7:21-23

Luther yaşamının bir noktasında ruhu için o kadar endişeliydi ki Almanya’nın Erfurt kentindeki Augustinian keşişlerinin manastırına girmek için eğitimini bıraktı. Erfurt’daki bu manastır popülerdi ve saygı görüyordu. Orada Luther kısa sürede iyi bir ilerleme kaydetti ve keşişlik (rahiplik) hizmetine atandı. Kutsal Yazılar eğitimi aldı ve sonunda teoloji profesörü oldu. Mezmurlar, Romalılar, Galatyalılar, İbraniler ve Titus üzerine birçok ders verdi. Şimdi, eğer biri Luther’e hayatının bu noktasında “Rab İsa Mesih’in Tanrılığına inanıyor musun?” diye sormuş olsaydı, “Elbette inanıyorum” derdi. “Her zaman inandım.”. Ona, “İsa’nın çarmıhta öldüğüne ve senin günahın için öldüğüne inanıyor musun?” diye sorsaydık. “Tabii ki” derdi.

Bizler de aynı şekilde İsa ile ilgili bu sorular sorulduğunda “Tabii ki” diyebiliriz. Ancak bugünkü okuduğumuz bölüme baktığımızda bunu yapan insanların olduğunu ancak İsa’nın onları kabul etmediğini görüyoruz.

Okuma:

Bana, “Ya Rab, ya Rab!” diye seslenen herkes Göklerin Egemenliği’ne girmeyecek. Ancak göklerdeki Babam’ın isteğini yerine getiren girecektir. O gün birçokları bana diyecek ki, “Ya Rab, ya Rab! Biz senin adınla peygamberlik etmedik mi? Senin adınla cinler kovmadık mı? Senin adınla birçok mucize yapmadık mı?” O zaman ben de onlara açıkça, “Sizi hiç tanımadım, uzak durun benden, ey kötülük yapanlar!” diyeceğim.

— Matta 7:21-23

Şuna benzer sözleri ülkemizde sürekli duyarız: “Hepimiz aynı şeye inanmıyor muyuz neticede!”, “İyi insan olalım yeter!”, “Hepimiz sonunda cennete gitmeyecek miyiz?”… Ancak az önce okuduğumuz bu pasaj, aslında kültürümüzdeki bu düşünceleri yok edercesine başlamaktadır: Göklerin Egemenliğine herkesin giremeyeceğini, Tüm yollar aynı olmadığını anlatmaktadır. Hayır, aynı şeye inanmıyoruz. Hayır, hepimiz sonunda cennete gitmeyeceğiz.

Öncelikle bu noktada başlamadan şunu söylemeliyim ki sözlü olarak imanı deklare etmek bizim için vaz geçilmezdir. Kutsal Yazılar, bize sadece iman aracılığı ile kurtuluş öğretisini anlatmaktadır. Bu konuya tekrar döneceğiz. Ancak burada irdelememiz gereken bir iki nokta vardır ki bu da pasajda bahsi geçen kişilerin durumları ile ilgilidir.

Sahte Öğrencilerin İmanı

Ayet şöyle der:

O gün birçokları bana diyecek ki, ‘Ya Rab, ya Rab!’

— Matta 7:22

O gün dediği nedir? Yani yargı günü geldiğinde, İsa’nın karşısına çıkacak olacağımız zamanı işaret ediyor. Burada geçen “Rab” kelimesinin genel bir kelime olarak kullanılmadığını ifade edelim. Rab kelimesinin temel anlamı herhangi bir şeyin sahibi ya da efendisi anlamına gelir (bkz. Matta 20:8), ancak genel olarak önemli kişiler için kullanılabilirdi. Böylece toplumda hoş, kibar, saygı dolu bir anlamı vardı. Günümüzde birçok kaliteli mekânda, size “efendim” diye hitap edilir, aslında bu kelime biraz ona benzerdi. Bu kelime sonraları Roma’da imparatorlar için kullanılmaya başlandı (bkz. Elçilerin İşleri 25:26) ve ardından insanların birçok inançtaki tanrıların için ifade ettikleri bir kelimeye evrildi (bkz. 1. Korintliler 8:5). Eski Antlaşma’nın Yunancaya çevrisinde, bu “Rab” kelimesi sürekli olarak Tanrı için (Yahve’nin çevirisi olarak) kullanıldı. Bu nedenle imanlılar İsa’yı bu unvanla adlandırmaları çok anlamlıydı. Bu bir majesteleri unvanıdır. Dolayısıyla, buradaki “Ya Rab, Ya Rab” kelimesini ele alırken İsa’nın Tanrısal unvanını ağızlarına almalarına rağmen bu kişilerin Göklerin Egemenliğine giremeyeceği anlatılır.

İsa, kendisine “Rab, Rab” demenin kötü bir şey olduğunu söylemiyor, bunun yetersiz olduğunu söylüyor…. Sadakati göstermek herkes için kolaydır, ancak bunu uygulamak tamamen başka bir şeydir.

— Leon Morris

Sahte Öğrencilerin İşleri

O gün birçokları bana diyecek ki, “Ya Rab, ya Rab! Biz senin adınla peygamberlik etmedik mi? Senin adınla cinler kovmadık mı? Senin adınla birçok mucize yapmadık mı?”

— Matta 7:22

Bu kişilerin iman söylemlerinin haricinde yaptıkları işleri vurguladıklarını da görüyoruz. İmanlı olduklarını söyleyecekler, insanlarla ilişki içerisinde olduklarını anlatıp insanlara peygamberlik ve mucizelerle hizmet ettiklerini, yardımlar ve iyi işler yaptıklarını iddia edecekler. Hatta iddia etmeyi bırakın, bu kişilerin söylediklerini yapmadıklarına dair bir kanıt yoktur. Buna karşı çıkmamıza bir neden yoktur. Çünkü mucizeler ve harika işler yapan sahte peygamberler de bulunmaktadır (bkz. Matta 24:24, 2. Selanikliler 2:9-10). Bunlar, yaptığı işleri İsa’nın adı ile yaptıklarını deklare eden kişilerdir. Yani bu adamlar birer Hristiyan gibi konuşmakta, Hristiyan gibi cemaatin içinde hareket etmekte hatta cemaatin arasında inanılmaz işler yapmaktadırlar.

İsa’nın karşısına çıktıklarında “Rab, biz seni Rab’bimiz olarak kabul ettik. Hatta yaptığımız işlerde ortadadır. Bak mucizeler yaptık, peygamberlikler ettik.” diyecekler.

İsa’nın Cevabı

Bana, “Ya Rab, ya Rab!” diye seslenen herkes Göklerin Egemenliği’ne girmeyecek. …Onlara açıkça, “Sizi hiç tanımadım, uzak durun benden, ey kötülük yapanlar!” diyeceğim.

— Matta 7:21, 7:23

Peki, hani biz imanla kurtuluyorduk, hani yaşamımızda yaptığımız işler Tanrı’nın gözünde değerliydi..! Şüphesiz ki bu doğrudur. İsa’nın da anlatmak istediği budur aslında. Ama bu kişilerin sahte inananlar olduğunu işaret etmek istemektedir.

İsa bu kişilerin göklerin egemenliğine girememeleri ile ilgili, iki neden veriyor:

1. Nokta:

Birincisi, İsa’nın onları tanımıyor olmasıdır:

…Sizi hiç tanımadım, uzak durun benden…

— Matta 7:23

Bu insanlar aslında biraz, sadece işi düşünce arayan kişilere benzerler. Son günlerde bu kişiler gelip “İsa biz geldik, biliyorsun sana inanıyoruz, sürekli kiliseye gittik, kardeşlerle zaman geçirdik, Kutsal Kitap’ımızı okuduk, hizmet ettik…” diyecekler. Ama İsa diyor ki: “Siz kimsiniz, çıkartamadım sizi. Uzak durun benden.”. Bu şok edici değil mi? İsa’nın tutumunda tam bir ret var. Çünkü İsa bu insanları kişisel olarak tanımadığını söylüyor, öyle ki bu insanlarda aslında İsa’yı kişisel olarak tanımıyorlar.

O’nun (İsa) tarafından reddedilmelerinin nedeni, iman açıklamalarının ahlaki değil sözlü olmasıdır. Hayatlarını değil, sadece dudaklarını ilgilendiriyordu. İsa’ya ‘Rab, Rab’ diye seslendiler, ancak hiçbir zaman O’nun efendiliğine boyun eğmediler veya gökteki Babasının iradesine itaat etmediler.

— John Stott

2. Nokta:

İkincisi; bu kişilerin, söylediklerini yapmalarına rağmen gerçekte yüreklerinde kötü (Grekçede “yasasız”) kişiler olmasıdır (bkz. Matta 7:23 -“…ey kötülük yapanlar!”-). Bu kişiler Yasa’ya göre yaşayan kişiler değildirler. Yani pak bir yaşam süren, ahlaki özen gösteren, Yasa’nın gereklerini yapma konusunda dikkatli olan kişiler değildir. Önemli işler yapmışlardır ancak bunları yargı günü utanmadan İsa’nın kürsüsüne getiriyor olmaları bile, imanın ve imanlı yaşamın ne demek olduğunu anlamamaları ile ilgilidir. Eğer İsa’nın karşısında “İşte bak bu işleri de yaptık” diyorsanız, bir anlamda imanla kurtuluşa inanmadığınızı söylemiş oluyorsunuzdur.

Dünyada hiçbir zaman, hem milyonlarca Sözde Hristiyan’ın olduğu, hem de bu kadar küçük bir gerçek Hristiyan topluluğu oranı olan başka hiç bir dönem olmamıştı… Hristiyanlık tarihinde, Tanrı’nın gazabının üzerlerinde olduğu halde, ruhları için her şeyin yolunda olduğuna gerçekten inanan aldatılmış insanların böylesine dolu olduğu başka bir dönemin varlığından şüpheliyim.

— Arthur W. Pink

Kendimize Soralım

Bu iki madde sizi tanımlıyor mu? Öncelikle gerçekten İsa’yı tanıyor musunuz? Gerçekten Rab’le kişisel bir ilişki kuruyor musunuz?
Dualarımızda, Kutsal Yazıları araştırırken… Peki imanımız, gerçekten iyi işler olarak resmediliyor mu? Sizinle konuşanlar, sizin farklılığınızı tadabiliyorlar mı? Eğer İsa ile kişisel bir ilişki içerisinde değilseniz ve imanınız yaşamınızda iyi meyvelerle resmedilmiyorsa lütfen kendinizi değerlendirin.

Gerçek İman ve İşler

Dolayısıyla öncelikle şunu işaret etmemiz gerekir ki imanın kapsamı bazı inançlarda olduğu gibi sadece ağızdan çıkan bir kelime değildir. Birkaç yıl önce, dayak yiyen bir yabancı hakkında haber okumuştum. Sözüm ona dini bütün kişiler, birazda milliyetçi olan gençler bu adamı dövüyorlar ve zorla bir duayı okutuyorlardı. Bu kişiyi kendi dinlerine geçirmeye çalışıyorlardı, peki şimdi bu adam gerçekten diğer dine mi geçmiş oluyor? Şüphesiz ki iman böyle bir şey değildir. Yürekle ilgili bir şeydir. Dolayısıyla İsa’nın seslendiği kitlenin içerisinde, ağızları ile iman ettiklerini söyleyen bir grup vardır. Aslında iman, bir emin olma durumudur. Umut edilenlere güvenmektir ve görünmeyen şeylerin varlığından emin olmaktır. Bir kişinin İsa Mesih’i Rab ve Kurtarıcı olarak kabul ettiğini söylemesi iman değildir. İman, bir kişinin İsa Mesih’in Rab ve Kurtarıcı olduğuna tüm yüreği ile inanarak bunu söylemesi ve bunu deklare etmesidir. Bakın ayet ne diyor:

İsa’nın Rab olduğunu ağzınla açıkça söyler ve Tanrı’nın O’nu ölümden dirilttiğine yürekten iman edersen, kurtulacaksın.

— Romalılar 10:9

Yani iman yürekten olan bir adımdır ve bu iman yaşamda açıkça görülmelidir. Ayette İsa, Göklerin Egemenliğine girişten bahsederken: “Ancak göklerdeki Babam’ın isteğini yerine getiren girecektir” demektedir (bkz. Matta 7:21).

Son Sözler

Baba’nın İradesi, Tanrı’nın yaratılışı için, hatta sizin için bireysel planı ve amacıdır. Yüce Tanrı, tüm insanların kendi iradesinde kalmasını beklemektedir. Şüphesiz ki sadece Mesih’te tam olarak olgunlaşan insanlar Tanrı’nın iradesini tutarlı bir şekilde yerine getirebilirler. Tanrı’nın iradesi her zaman iyidir, kabul edilebilir ve mükemmeldir (bkz. Romalılar 12:2). Bazen, Tanrı’nın iradesi, İsa’da olduğu gibi acıya yol açabilir. Hristiyanlar, yaşamları için Tanrı’nın iradesini bilmek için çabalamalıdırlar. Hristiyanlar, dua yoluyla Tanrı’nın isteğini ayırt etmeli ve ayrıca Tanrı’nın dünyayla ilgili isteğinin gerçekleşmesi için dua etmelidir (bkz. Matta 6:10). İsa, Tanrı’nın iradesini yapanları kendi aile üyeleri olarak saydı (bkz. Matta 12:50). Onlar da İsa gibi sonsuza dek yaşayacaklardır.

Luka kitabına baktığımızda İsa; “Ya Rab, Ya Rab” diye çağıranların, sözlerini yerine getirmediğini söylüyor. Belki de Matta’daki kelimelere göre daha da çarpıcı:

Niçin beni “Ya Rab, ya Rab” diye çağırıyorsunuz da söylediklerimi yapmıyorsunuz?

— Luka 6:46

Baba’nın iradesinin gerçekleşmesi gerekiyor, Oğul’un söylediklerinin yapılması gerekiyor. Bu irade, O’nun Sözlerinde kalmamızla ilgilidir, Oğul’u takip etmemizle ilgilidir, Rab’be itaat etmemizle ilgilidir.

Yaşamımızdaki en büyük sorunlardan bir tanesi nedir biliyor musunuz? Tanrı’nın değil, kendi irademizin gerçekleşmesini istiyoruz. Tanrı’nın değil, kendi kurallarımızın işlemesini istiyoruz. Tanrı’nın değil, kendi isteklerimizin, planlarımızın olmasını istiyoruz.

İsa, öğrencileri için yaşamı boyunca Tanrı’nın iradesiyle kusursuz bir uyum içinde yaşanabileceğini kendi yaşamı ile örnekledi. Bu hayatın her zaman kolay yoldan gitmediğini gösterdi. Çarmıha giden acılı yolda, Oğul Baba’ya döndü ve “Eğer mümkünse, bu kâse, yani yaşanacak olan bu çarmıh acıları benden alınsın” dedi. Ama duasını “Yine de benim değil, senin isteğin olsun” diye tamamladı. Hem İsa hem de İncil yazarları, Tanrı’nın Mesih’in ölümüyle ilgili iradesinin belirli olduğunu biliyorlardı, çünkü peygamberlik sözlerinde bu belliydi. İsa, Tanrı’nın isteğini yaptı; o zamanda öğrencilerini ve şu anda bizleri aynı şeye çağırır. Bu irade kişiler olarak farklı olabilir ancak Hristiyanların tamamı için ortak, evrensel bir çağrı da vardır.

Söz’e Adanma:

O’nu tanımamızı ister. Burada bahsi geçen kişileri tanımadığını söylemektedir. O’nun hakkında öğrenmek için Sözlerini okuruz. Çünkü insan sevdiği kişiyi tanımak ister. Bunun için Kutsal Kitap okumayan Hristiyan olamaz.

Dua:

Dua ise yüreğimizi ona götürdüğümüz bir yoldur. Örneğin İsa bize, Dağdaki Vaaz’da, nasıl dua etmemiz gerektiğini öğretmiştir. Bizler Tanrı halkı olarak, Baba’nın iradesinin gerçekleşmesi için O’na gideriz. “Benim değil senin isteğin olsun” diye deklare ederiz.

Pak Bir Yaşam:

Gerçek öğrenciler yasayı öğrenmek ve ahlaki bir yaşam sürmek için çağırılmışlardır. Bizler de Tanrı’nın yasasını iyi öğrenmeli, ahlaki yaşamımıza dikkat etmeliyiz.

Paydaşlık:

Tanrı bu yaşamı sürerken kendi ailesinin bir arada kalmasını ister. Öyle ki birlikte büyüyelim, birbirimizi teşvik edelim.

Müjdeleme ve Tanıklık:

Ve yaşamımız müjde ile, tanıklığımız ile iyi birer meyve olarak görülmelidir.

Üst üste inşa ediliyor değil mi? Ağızda olan iman önemli değildir, yani söylemek yeterli değildir. Söylediğinize yürekten inanıyorsanız söylemelisiniz. Eğer yürekten bir şekilde inanıyorsanız da söylediklerinizi yerine getirmeli ve Baba’nın isteğine uygun yaşamalısınız. Tanrı dindar ve doğru sözlerimizden etkilenmez kardeşler; bu sözleri samimiyetimiz, yaşamımız ve itaatimiz ile kanıtlayabiliyor muyuz buna bakar. Çünkü iman, insanın yaşayışında görülebilir. İman yürekten gelen, ağızla açıklanan, yaşayışla tasdiklenen bir deklarasyondur.

Cennetin krallığı tüm doluluğuyla geldiğinde, önemli olan insanların imanla ilgili ne açıkladıkları değil, yaşam tarzlarında gösterildiği gibi şekildeki imanları olacaktır.

— Leon Morris

Hayatta en sevdiğiniz kişiyi düşünün. Onunla hiç konuşmasanız, sözlerine hiç değer vermeseniz, onu dinlemeseniz, fikirleriniz umursamasanız… Onu gerçekten sevdiğinizi söyleyebilir misiniz? Zor zamanında yanında olmasanız, ilgilenmeseniz, hiçbir şey paylaşmasanız, desteklemeseniz, sevgiden bahsedebilir misiniz?

Eğer İsa’yı seviyorum diyorsak, O’na aitim diyorsak O’nu tanımak için Kutsal Yazılar’da kalmalıyız. Bizim için bir araya getirdiği bedenin bir parçası olmalıyız, yaşayışımızı O’nun ahlaki değerlerine ve iradesine adamalıyız. Baba’nın iradesi Oğul’u tanımanızdır… Kurtuluş O’ndadır.

Martin Luther, İsa’ya imanla ilgili tüm sorulara “Evet, tabii ki…” diye cevap verebileceğini söylerdi. Üniversitede teoloji profesörüydü, ama sonraları “Tanrı’nın Doğruluğu” kavramını daha çok entelektüel, felsefi bir biçimde anladığını söyledi. Yüreğinin derinlerinde bu kavramdan nefrete ediyordu çünkü Tanrı’nın günahkârları neden yargıladığını anlamıyordu. Bu konu hakkında şöyle söylüyor (Bir özettir):

Bir keşiş olarak pak bir yaşam sürmeme rağmen, son derece rahatsız bir vicdanla Tanrı’nın önünde günahkâr olduğumu hissettim… Sevmiyordum, evet, günahkârları cezalandıran doğru Tanrı’dan nefret ediyordum ve gizliden gizliye, (küfürle olmasa da), mırıldanarak, Tanrı’ya kızarak dedim ki: … zavallı günahkârlar, ilk günahta ebediyen kaybolmaları yetmezmiş gibi, on emir yasası tarafından her türlü felaket altında eziliyorlar… Şiddetli ve rahatsız bir vicdanla öfkelendim.

Sonunda, Tanrı’nın merhameti sayesinde, gece gündüz derin derin düşünerek, şu sözlerin bağlamına kulak verdim, yani, “Tanrı’nın insanı akladığı, Müjde’de açıklanır. Aklanma yalnız imanla olur. Yazılmış olduğu gibi, ‘İmanla aklanan yaşayacaktır.'” İşte orada şunu anladım, Tanrı’nın armağanıyla, yani imanla yaşamasını sağlayan şey Tanrı’nın doğruluğudur. Ve anlamı şudur: Tanrı’nın doğruluğu, merhametli Tanrı’nın bizi imanla akladığı, müjdede açıklanır, şöyle yazıldığı gibi, “İmanla aklanan yaşayacaktır.”

Bu noktada yeniden doğduğumu ve bana açılan kapıdan cennete girdiğimi hissettim. Kutsal Yazılar tamamıyla bana tamamen başka bir yüzünü gösterdi.

— Martin Luther

Luther sonraları, Tanrı’nın işi, Tanrı’nın gücü, bilgeliği, yüceliği ve tabii ki doğruluğu kavramları konusunda tamamıyla farklı bir bakış açısına sahip oldu. Aradığı esenlik onun olmadan ve tarihin en önemli reformcusu olarak Tanrı tarafından kullanılmadan önce, İsa Mesih’in onun yüreğini tamamıyla değiştirmesine ihtiyacı vardı.

Peki senin yüreğin nerede? Sadece entelektüel anlamda İsa’ya inanıp inanmadığını sormuyorum, gerçek anlamda soruyorum: İsa Mesih’in senin günahların için çarmıhta öldüğüne, gömüldüğüne, dirildikten sonra göğe alındığına gerçekten, yürekten inanıyor musun? Kurtuluşunun sadece ondan gelebileceğine inanıyor musun? Ve bunun mekanik bir tövbe değil, İsa Mesih’le gerçek bir ilişki olduğunun farkında mısın?

Kerem KOÇ