Kişinin ruhundaki sevgi, dışarıdan dayatılabilecek herhangi bir kuraldan daha büyük bir yasadır. Mübarek Kurtarıcımız’ın kendisi için söylediği şey bir bakıma bütün takipçileri için geçerlidir: “Benim yemeğim, beni gönderenin isteğini yerine getirmek ve O’nun işini tamamlamaktır.” (Yuhana 4:34) Bedenin açlığı kişiyi nasıl yemek yemeye yöneltirse, imanlılar da doğal ve dayatılmamış bir istekle iyi ve övülmeye değer olan her şeye öylece yönelirler. Bu içsel ilkeden -onu aramaksızın- tamamen mahrum olanlar ve öğrenilmiş davranışlar, gelenek, cehennem korkusu ya da dünyevi bir cennet anlayışından kaynaklanan bir itaatkarlıkla yetinenler, gerçek bir Hristiyan olarak adlandırılamazlar. Böyle bir dindarlık, soğuk ve ruhsuzdur. İlahi yaşamdan yoksun olan kişiler, kendi rızası olmadan evlendirilmiş bir kadın gibidirler. Kocasına olan sorumluluklarını düzenli bir şekilde yerine getirse bile, ona karşı bir sevgiye sahip olmadığı için, görevlerini asla zevkle yerine getiremez. Onları itekleyen şey bir yasa olduğu için, yasanın onları yapmaya zorladığı şeyin ötesine geçmeye isteksizdirler. Hatta, onu öyle bir çarpıtırlar ki, içerisinden kendilerine mümkün olduğunca özgürlük çıkartırlar. Bunun tersine, gerçek Hristiyanlığın ruhu böyle titiz ve kıt hesapların çok ötesindedir. Gerçek Hristiyanlar, kendilerini tamamen Tanrı’ya verenler, içtenlikle sevdikleri Kişi için asla çok fazla iş yaptıklarını düşünmezler.
Henry Scougal