Bize Ulaşın
viachristushizmetleri@gmail.com

ÖBÜR DOKUZU NEREDE? / LUKA 17:11:19

Maalesef Koronavirüs’ün ülkemizi esir aldığı bir dönemden geçiyoruz. Hastalık dünyayı etkilemiş durumda ve birçokları hâlâ karantina altında yaşamını sürdürüyorlar. Aslında karantina Kutsal Yazılar’a da çok uzak bir konu değildir. Bugün bir karantina olayına ve karantinadaki insanların tutumlarına bakacağız.

Okuma:

Yeruşalim’e doğru yoluna devam eden İsa, Samiriye ile Celile arasındaki sınır bölgesinden geçiyordu. Köyün birine girerken O’nu cüzamlı on adam karşıladı. Bunlar uzakta durarak, “İsa, Efendimiz, halimize acı!” diye seslendiler. İsa onları görünce, “Gidin, kâhinlere görünün” dedi. Adamlar yolda giderken cüzamdan temizlendiler. Onlardan biri, iyileştiğini görünce yüksek sesle Tanrı’yı yücelterek geri döndü, yüzüstü İsa’nın ayaklarına kapanıp O’na teşekkür etti. Bu adam Samiriyeli’ydi. İsa, “İyileşenler on kişi değil miydi?” diye sordu. “Öbür dokuzu nerede? Tanrı’yı yüceltmek için bu yabancıdan başka geri dönen olmadı mı?” Sonra adama, “Ayağa kalk, git” dedi. “İmanın seni kurtardı.”

—Luka 17:11-19

Samiriye ile Celile arasındaki sınır bölgesinden geçerken İsa bir köye doğru gidiyordu. Gittiği bölgede karşısına 10 tane cüzamlı kişi çıktığını görüyoruz. İsa’nın bu bölgede inanılmaz derecede bilinen birisi olduğunu unutmayalım. O, her gittiği yerde tanınıyordu. Onun için bu cüzzamlılar İsa’nın kim olduğunu biliyorlar. O’nun şifa veren gücünden haberdarlardı. Ve merhametli birisi olduğunu işitmişlerdi… Luka 5. bölümde yine başka bir cüzzamlı ile ilgili benzer bir hikâye vardır. Belki de buradaki 10 kişi o olayı biliyorlardı. Hastalık yüzünden çaresiz, zor durumda olan ve toplumun içerisine kabul edilmeyen insanlardır cüzzamlı olan kişiler, ve gidecekleri son kişi belki de İsa’ydı. İşin ilginç kısmı hikâyenin bu noktasında İsa’nın Samiriyeli olduğunu öğrendiğimiz bir kişi ile muhatap oluyor olmasıdır. İsa yarı Yahudi olarak söz edebileceğimiz ve Yahudilerce pek sevilmeyen bu kişilerle muhatap olmuştu. Hatta benzetmelerinin birinde Samiriyeli birisini hikâyenin başkahramanı yapmıştı (Luka 10:29-37). Onun için İsa’nın hassas konulara değindiğini görebiliyoruz. Bu konuya daha fazla değineceğiz. Cüzzamlı olan bir kişinin durumunu biraz canlandıralım isterseniz…

Bir sabah uyandığınızda vücudunuzun belli yerlerinde deforme olmuş bir cilt görürdünüz. Bunun ne hastalığı olduğunu anlamak için kâhine giderdiniz ve o size cüzzam olduğunuzu açıklardı. Yasa’ya göre bir süre sizi kapalı bir yerde tutarlardı. Bu süreçte hastalık geçecek mi, yoksa ölümcül ve bulaşıcı bir hâl alacak mı incelerdi. Tabii bu durumda ailenizden, eşinizden, çocuklarınızdan ayrılmak zorunda kalırdınız. Tam bir karantina başlangıç süreci gibi. Koronavirüs sürecinde benzer şekilde ailelerinden ayrı kalmak zorunda olanlar oldu, değil mi? İlk aşamada kişinin Korona olup olmadığı değerlendirildi, sonrasında da 14 günlük bir karantina süreci yaşandı. Hatta birçokları hâlâ yaşamaya devam ediyor. Cüzzamlı olduğunuzda da eğer hastalığınız ilerlediyse diğer insanlara hastalığı vermeyeceğiniz bir yere götürülürdünüz. Onlardan uzak bir bölgeye… Şehrin dışında yaşamak zorunda bırakılırdınız. Şüphesiz, cüzzam berbat bir hastalıktı: İlk önce yüzünüzün görünümü değişirdi. Büyükçe kabarcıklar çıkardı. Ardından yavaş yavaş vücudunuza yayılırdı. İnsanlar bu hastalığı sadece kendisine bulaştırabileceğini düşündüğünüzden değil aynı zamanda görüntünüzden ve kokunuzdan dolayı da size yaklaşmak istemezlerdi. Hastalık sadece görüntüde yoktu; aynı zamanda vücudunuzu yavaş yavaş yerdi, sonra parmaklarınızı kaybetmeye başlardınız. Cüzzamlı kişiler diğer insanların aralarına girmezlerdi. Gireceklerse de birçoğu bunu gizlice yapardı. Vücutlarını çok iyi bir şekilde sararlardı ki kimse onların cüzzam olduğunu anlamasın. Maalesef bu hastalığın herhangi bir çözümü yoktu. Eğer hastalık size illet olduysa en fazla 10 senelik ömrünüz kalırdı. Birkaç ay içerisinde artık yaşamak istemeyecek kadar kötü bir durumda olurdunuz zaten. Evinizden uzak, halsizlik ve acı içerisinde sadece sizin gibi cüzzamlıların olduğu bir yerde yaşamak zorunda kalırdınız.

Levililer 13’te böyle bir durumda cüzzamlı kişin ne yapması gerektiğinden bahsediyor.

“Böyle bir hastalığa yakalanan kişinin giysileri yırtık, saçları dağınık olmalı; kişi ağzını örtüp, ‘Kirliyim! Kirliyim!’ diye bağırmalı. Hastalığı devam ettiği sürece kirli sayılacaktır, çünkü kirlenmiştir. Halktan uzak, ordugahın dışında yaşamalıdır.”

Okuduğumuz bölümde İsa’nın yanına gelmek istiyor bu adamlar, ancak şehre girmeleri mümkün değildi. Şehrin dışında İsa’yı karşılıyorlar ve uzaktan bağırıyorlar: “İsa efendimiz halimize acı…”. Ne içten bir dua, değil mi? Bizler Rab’bin huzuruna çıktığımızda benzer bir tavırla davranıyor muyuz? İhtiyacımızı Rab’be sunarken yüreğimizi alçaltıyor muyuz? Aksine, bazen böyle zor zamanlar geçirdiğimizde Rab’be yönelmek yerine Rab’be sırtımızı çevirebiliyoruz. Hatta hastalıklarımız, acılarımız Tanrı’ya olan güvensizliğe yol açabiliyor, çünkü O’nun egemen olduğunu bilip bir şey yapmıyor olduğu düşüncesine kapılıyoruz. “Neden hep benim başıma geliyor? Tanrı beni umursamıyor mu?” demeye başlıyoruz. Oysaki hastalıklarımızın geçici olduğunu ve Mesih tarafından yüklenildiğini unutmamamız gerekiyor. Böyle zamanlarda Rab’be merhameti için yalvarmalıyız, bununla beraber Tanrı’nın egemen planına güvenmeliyiz. Bazen Pavlus’ta olduğu gibi acılarımızı hemen kaldırmamayı tercih edebiliyor. Bu kötü olduğu için değil, aksine iyi olduğu içindir. Eğer acı dolu bir dönem geçiriyorsak, Rab’bin bize lanet ettiğini düşünmek yerine, kendi çocuklarını büyümesi için eğittiğini düşünmeliyiz. Bizlere hatalarımızı göstermek için kullanıyor olabilir bu zamanı, ya da güçlendirmek ve öğretmek için…

İsa onları görünce merhamet ediyor ve onların iyileşmelerini istiyor. “Gidin, kâhinlere görünün” demesi onların artık temiz olduklarının ilanıdır bir anlamda. Kâhin gerekli olan “temizliğin deklarasyonunu” yapabilir demek istiyor İsa. Ancak o anda hâlâ cüzzamlılar… Bu adamlar İsa’ya: “Hiçbir şey yapmayacak mısın?” demelerini bekliyorsunuz aslında. İsa’nın belki yerden çamuru alıp yüzlerine sürmesini bekliyor olmalılar. Ancak bu adamlar İsa söyler söylemez yola çıkıyorlar ve tabi ki İsa’nın işaret ettiği gibi daha yoldayken şifa buluyorlar. Mucizesel bir şekilde temiz kılınıyorlar.

İnsan böyle bir durumda, herhalde çok mutlu olur, değil mi? Ailenize, eşinize, çocuklarınıza, dostlarınıza dönebileceksiniz… Tekrar onlarla sohbet edebilecek, eğlenebileceksiniz. Ancak belki de her şeyden önce her hâlde hayatınızı paramparça etmiş bu olaydan sizi kurtaran adama gitmek istersiniz, değil mi? Ancak buradaki 10 kişiden sadece bir tanesi geri geliyor. Bu Samiriyeli adamdan bahsedeceğiz biraz, ancak benim düşüncelerimi çalan şey diğer 9 tanesinin tutumudur… Pasaj bize diğerlerinin Samiriyeli değil de Yahudi olduklarını düşünmemize neden oluyor. Böyle olduklarını varsaymamızın nedeni, İsa’nın geri dönmüş olan o tek kişiden bahsederken “Tanrı’yı yüceltmek için bu yabancıdan başka geri dönen olmadı mı?” diye soruyor olmasıdır. Türkçede “yabancı” diye kullanılan kelimenin Grekçe aslı, Yahudi olmayanlar için kullanılan bir terimdir. Dolayısıyla, okurken İsa’nın “Yahudi olmayan bu kişiden başka geri dönen olmadı mı?” diye söylediğini düşünebiliriz. Nasıl olur da Tanrı’nın halkından olduğunu düşündüğümüz bu kişiler dönüp Rab’be gelmezler? Aslında bu noktada İsa diğer uluslardan olan bu kişinin tutumunu, Tanrı’nın kendi halkının tutumu ile karşılaştırmış oluyor. Bu noktada Yahudi olan diğer 9 kişinin durumdan memnuniyetsiz olduğunu söylemek mümkün değildir. R.C. Sproul şöyle söyler:

Minnettar olmak yeterli değildir, Tanrı’ya kişisel olarak şükretmemiz gereklidir.

—R.C. Sproul

Her ne kadar belki de mutlu oldularsa da aktif bir şükran örneği sergilemediler. Bir yazar bu kişilerin neden geri dönüp şükretmedikleri hakkında şöyle yorum yapar:

Birisi iyileşmenin gerçek olup olmadığını görmek için bir süre beklemek istedi.
Birisi, bu olayı hemen ailemle paylaşmalıyım, dedi.
Birisi, aslında son zamanlarda bayağı iyileşiyordum, sanırım cüzzam değildim, dedi.
Birisi, İyi tamam da İsa zaten pek bir şey yapmadı ki aslında, dedi.

Tabi ben bu varsayımları elbette ki benzetmemizi zenginleştirmek için açıklıyorum. Gerçekten ne düşündüklerini bilmemizin imkânı yok ancak benzer düşüncelere sahip olduklarını varsaymak yanlış olmaz herhalde… Söylemek istediğim “Tanrı’nın yaptığı şey ne olursa olsun, bizler çoğu zaman O’na gitmiyoruz”. Kendi hayatımızda da oluyor öyle değil mi? “Rab lütfen şu problemden kurtar beni, eğer kurtarırsan çok harika bir imanlı olacağım” gibi sözler verebiliyoruz, değil mi? Hiç böyle dua ettiniz mi? Hiç tamamen çaresizken Tanrı’ya bir söz verdiniz mi? Sonrasında da Rab’bin yardımına karşın, hiçbir şey olmamış gibi yolunuza devam ettiniz mi? Tanrı’nın bu harika işinin heyecanı çok kısa sürüyor bazen, Mesih’in hayatımızın tahtında oturmadığı bir hayata tekrar geri dönmeyi seçiyoruz. Ben bu 9 kişinin Tanrı’yı düşünmediklerini iddia etmiyorum. Eminim ki bu kişiler sevinç göz yaşları ile evlerine döndüler, yıllardır görmedikleri ailelerine sarıldılar. Aynı bizim, işler yoluna girince yaptığımız gibi mutlu oldular ama Rab’be dönmediler. Ancak gerçek şükran, gerçek tapınma, yüreğin değiştiği ve adandığı bir tutumu temel alır. Tüm bu şifanın Tanrı’dan geldiğine inanıyorsanız, o zaman nasıl olur da ilk önce Rab’be gelip O’na hayatınızı adamazsınız.

Peki geri gelen Samiriyeli adamın durumu nedir? Bu adam öncelikle cüzamlıydı, yani şehre girmesi yasaktı. Buna ek olarak ise Samiriyeli olduğunu öğreniyoruz… Samiriyeliler İsrail halkı ve diğer halklardan olan kişilerin karışarak oluştuğu bir halktı ve Yahudi toplumunca aşağı sayılırlardı. Aralarındaki bu tatsızlık İsa’dan önce 6. yüzyıla kadar dayanmaktadır. Samiriyelilerde İsrail’in Tanrısı’na taparlardı ancak, Yeruşalim Yahudilerin olduğu için bunu Gerizim Dağı’nda yaparlardı. Ayrıca onlarda Yahudilerden pek hazzetmezlerdi. İsa bir Yahudi olarak, hem dinî anlamda uzak durması gereken birine, hem de kültürel anlamda yaklaşmaması gerektiği birine merhamet etmişti. İşin ilginci diğer 9 Yahudi etrafta görünmezken bu adamın hemen geri dönüp dizlerinin üzerinde olduğunu görüyoruz. Büyük bir imanla, hem de bir Samiriyeli olarak kendisini Rab’be adamıştı. Kendimizi düşündüğümüzde de aslında çarpıcı bir durumdur bu, yani bizlerde Yahudi değildik ve diğer uluslardan olan kişiler olarak Rab’be iman ettik. Rab bu Samiriyeliyi sadece bedensel olarak temiz kılmamıştı fakat Tanrı’nın gözünde aklanmıştı, aynı bizleri karanlıktan kurtarması gibi…

Son Sözler

Bu bölümde İsa Mesih aslında, gelecekte olacak bir gerçeği işaret etmektedir. Sadece Yahudilerin değil, bir gün Samiriyelilerin ve diğer uluslarında Rab’de şifa bulacağını işaret ediyor. Rab’bin elini tüm insanlığa uzattığını gördüğümüz bölümlerdir bunlar.

“İsa, o yabancı olarak tanımlananlara, dışlanmışlara, dışarıda bırakılmışlara uzanıyor. Başkalarının vazgeçtiklerine dokunuyor.”
-Darrell L. Bock

Tanrı muhteşem bir doktordur, merhametli bir kurtarıcıdır. İyileşen adamlar hastalıklarından kuruldular ve dünyasal olarak evlerine dönebildiler. Peki gerçekten şifa veren Tanrı’yı tanıyabildiler mi? Gerçek göksel evlerine kavuşabilecekler mi?

Belki bizim içinde bunlar önemli sorular ve hatırlatmadır. Sadece, imanla Rab’be gelmemiz ile ilgili değil, aynı zamanda gün be gün O’na yaklaşmamızla ilgilidir. Tüm arzumuzla O’na gelip O’nun yüzünü aramamızla ilgilidir. Rab kendisine güvenebilmemiz ve O’nda kalabilmemiz için bizleri Sözü ile güçlendiriyor. İmanda yaşam olduğunu anımsatıyor. Kutsal Ruh’u ile yönlendiriyor ve vicdanımızı değiştirmek için birbirimizi kullanmaya devam ediyor.

Kardeşlerim sizleri teşvik etmek istiyorum, sahip olduklarımızı bir hakmış gibi görmeyelim. Hayatımızın her anının bir ayrıcalık olduğunu anımsayalım. Bakın, karantinanın var olduğu bir dönemde Samiriyeli bir cüzzamlı cevabın İsa’da olduğunu fark etti. Belki de bu bizim için iyi bir dua fırsatı yaratmalıdır. Hem birçoklarının kurtulması için dua edebiliriz, hem de aldığımız her nefesin bize bir armağan olduğunun bilinci ile şükredebiliriz. Ve yaşamımızın O’nun sayesinde ve O’nun için yaşanması gerektiğini yüreklerimize kazıyabiliriz. Bizler diğer uluslardan olan kişiler olarak, hak etmediğimiz bir aileye dahil edildik, parçası olmadığımız bir ağaca aşılandık. Bedenin bir parçası olarak, yaşamlarımızı her durumda Rab’be verelim. İmanla Rab’be bakalım ve her fırsatı O’nun adını yüceltmek ve duyurmak için kullanalım.

Kerem KOÇ