“Sonra onlara, ‘Dikkatli olun!’ dedi. ‘Her türlü açgözlülükten sakının. Çünkü insanın yaşamı, malının çokluğuna bağlı değildir’” (Luka 12:15)”. İsa’nın zengin adam hakkında anlattığı hikâye (13-21 ayetleri arası) eskimez bir hikâyedir ve kolay anlaşılırdır. Muazzam bir servete sahip olan bir adam parasının bir kısmını yatırım olarak değerlendirdi ve paranın değerini önemli bir ölçüde arttırdı. Sonra inanılmaz refahının tadını çıkarmaya başlayacağı zaman, aniden ve beklenmedik bir şekilde öldü. İsa bu benzetmeyi hırs, tamahkârlık ve açgözlülük hakkında uyarmak için anlattı.
Açgözlülük, erdem ve mantıklı düşünme maskesinin arkasında kendini kolayca gizler. Bu benzetmeyi okurken ilk eğilimimiz İsa ile aynı fikirde olup şunu demektir: “Adam hata yaptı. Açgözlüydü ve İsa ona akılsız demekle haklıydı, çünkü ölüm için hiçbir şey sağlamaksızın lüks bir şekilde yaşamayı planladı.”. Çoğumuz bu benzetmeyi okuyup “Ben de bu adam gibiyim. Açgözlüyüm.” demez. Bununla birlikte, kültürümüzde bu adam gibi olanlar bu adam gibi olmayanlardan daha fazla demeye cüret edeceğim.
İşinde başarılı ve çalışkandı. Parasını insanlardan yararlanarak kazanmamıştı. Yaptığı kar yasal bir kazançtı. Tembellik yapmamıştı. Kendisi ve ailesi için iyi iş çıkarmıştı. Bu bir rüyanın gerçekleşmesi gibiydi.
İsa’nın dinleyicilerine “Dikkat edin… tetikte olun” dediğini görüyor musunuz? Bizi ne tetikte tutmalı? Açgözlülük. İsa tarafından bu günah için kullanılmış asıl Grekçe kelime “daha fazlası için hırslı bir arzuya sahip olmak” anlamına geliyor. İsa, bu sizde de olabilir diyor. Orada olabilir ve fark edemeyebilirsiniz.
İnsanın sadece akıllıca iş kararları vermekle kalmayıp gerçekten açgözlü olduğunu nasıl biliriz?
Gerçek açgözlülük, yaşamın anlamını yanlış yorumlar. İsa benzetmeye “Çünkü insanın yaşamı, malının çokluğuna bağlı değildir” diyerek başlıyor. Açgözlülük, yaşamın öneminin hep daha fazlasına sahip olmak olduğunu söyler. Hırs, yaşamın sahip olabileceğiniz her şeye sahip olmak olduğunu söylüyor. Para ya da servet konusuna yaklaşırken dikkatli olmalıyız. Birçok kişi bu noktada Hristiyanlığı yanlış anladı. Tanrı, yaratılışından zevk almamız gerektiğini söyledi. Yemekten, güzellikten, arkadaşlardan ve işten zevk almalıyız. Evlilik içi cinsel ilişkiden zevk almamız gerektiğini söyledi. Materyal bereketlerimizden zevk almamız gerektiğini söyledi. Yani Hristiyanların çok eski arabalar sürmesi, yırtık kıyafetler giymesi, kulübelerde yaşaması ve döşemelerinde delikler olan mobilyalara sahip olması gerektiğini söylemediğimizden emin olabilirsiniz. Bu benzetmenin mesajı bu değildir.
İsa’nın sözleri bizi bir şeylere ya da bir çıkara kapılmanın ne kadar kolay olduğunu vurguladı ve o şeyin hayatımızın anlamı olmasının tehlikeli olabileceği konusunda uyardı. Laurence Shames, “A Hunger For More (Daha Fazlası İçin Açlık)” isimli harika kitabında kültürümüzün materyalizmi hakkında şöyle söyler: “Belirli bir çizgi geçiliyor. İnsanlar mallarına sadece zevk için değil ayrıca anlam bulmak için de bakıyor. Eşyalarının kim olduklarını söylemelerini istiyorlar”. Gerçekten de lüks kalemler veya saatler satın alıyoruz, çünkü bu aksesuarların dünyaya kim olduğumuzu tanımlamasını istiyoruz. Arabalarımızdan tatillerimize kadar her şeyin bizi tanımlamasını istiyoruz.
Açgözlülük her zaman daha fazla ister. Luka 12. bölümdeki hikâyenin başlangıcında adam zaten çok zengindi (16. ayet) ama tatmin olmamıştı. Zaten birçok ambarı (çoğul kullanıldığına dikkat edin) vardı fakat yeterli değildi, daha fazlasını istedi. Açgözlülük hep böyle yapar, doyumsuzdur. Filipinler’de Ferdinand Marcos’u iktidardan deviren siyasi devrim sırasında o ve eşi Imelda ülkeden kaçtı. Arkasında 1.200 çift ayakkabı ve yetmiş bir güneş gözlüğü bıraktı. Gerçek şu ki bu insanlar, iki bin çift ayakkabı veya iki yüz güneş gözlüğü ile yetinmeyeceklerdi.
Açgözlülük, sahip olduklarımızın asıl kaynağını göremez. Zengin toprak sahibi kendisini, kendi başına yetişmiş bir adam olarak görüyordu. Altı kez “ben” kişisel zamirini kullandı. Ayrıca “ürünlerim, mallarım, ambarlarım, tahıllarım” sözcüklerini kullandığını da görüyoruz. Kendisini Tanrı’nın kâhyası olarak görmedi. Kendini her şeyin sahibi olarak gördü. O kendisinin yaratıcısı ve destekleyicisiydi. Şimdi benzetmenin amacı budur. Benzetme, onun ani ölümü ile bitmiyor. Benzetme öldüğü gece Tanrı’nın sorduğu soru ile bitiyor “‘Ey akılsız!’ ‘Bu gece canın senden istenecek. Biriktirdiğin bu şeyler kime kalacak?’ (20. ayet)”. Adam bu dünyadan ayrılırken, Tanrı ilk defa onu sadece bir kâhya olduğunu fark etmeye zorladı. Hayatta sahip olduğu her şey ona Gerçek Sahip tarafından verilmişti ve kâhyanın onu kullanması sona ermişti. Tanrı, onu başka bir bakıcıya teslim edecekti ve eski kâhyaya hesap sorulacaktı.
Hristiyan kâhyalığı Rab’be ondalık vermekten daha fazlasıdır. Gerçek bir Hristiyan, sahip olduğu her şeyin Tanrı’ya ait olduğunu bilir. Tanrı; bedeninin, zamanının, gömleğindeki düğmelerin ve çocuklarının sahibidir. Tanrı’nın mallarının kendinin olduğunu iddia etmek sadece kibirli değil ayrıca anlamsızdır. Kâhyanın aklı Usta’nın aklını yansıtmalıdır. Kâhyanın yüreği Usta’nın yüreğini yansıtmalıdır. Kâhya’nın cömertliği Ustanın cömertliğini yansıtmalıdır.
John Sartelle
Christianity and Material World (https://www.ligonier.org/learn/articles/christianity-and-material-world/) Ligonier Ministries (https://www.ligonier.org). Used by permission.